29 Ocak 2012 Pazar

Blue Valentine [2010]

Bu aralar film izleme trafiğim çok yoğun hem Oscar adayları hem eski filmler hem de geçmiş yılların filmlerini izlemeye çalışıyorum.Yaklaşık 5-6 gün daha böyle devam edecek gibi gözüküyor ve izlediğim filmin kritiğini buraya yetiştirmeye çalışıyorum.Seyir defterimde bugün Blue Valentine var..2010 yapımı filmde başrolleri Ryan Gosling ve Michelle Williams paylaşıyor.Psikolojik etkisi de yüksek olan filmi beğenmemeniz için hiç bir neden yok gibi...

Filmin konusu Cindy adında tıp okuyan bir kızın erkek arkadaşı Bobby'den hamile kalması sonucu çaresizliğiyle başlıyor.Aslında film böyle başlamıyor ama olayların sıralaması bu şekilde.Filmin kurgusu farklı bayağı..Cindy daha sonra Dean adında okumamış ve çok yetenekli bir adamla tanışıyor.Dean ile bebek konusu yüzünden acele bir şekilde evleniyor ve çocuk ta doğuyor bu arada.Ancak düzgün bir şekilde evlilik planı yapmayan ikili daha sonra birbirinden soğumaya başlıyor ki bu da Dean'ın aşırı sahiplenme duygusu sayesinde oluyor.Film sürekli olarak iki farklı zamanda ilerliyor.Önce Dean ile Cindy evliyken sonra da Bobby'i görmesinden sonra film eski zamanlara gidiyor ve hep bu şekilde film devam ediyor.Ve sonunda da ayrılıyorlar.

Farklı kurgusuyla 11 yıl üzerinde çalışılmış bir senaryo ile iyi iş çıkaran Derek Cianfrance kısa kariyerinde zirve yapıyor filmde.Filmi ve senaryosunu kaleme alan Derek ileride iyi yapacak yönetmenlerden biri durumunda.Derek oyuncu seçiminde de başarıya ulaşmış görünüyor.

Filmin başrol oyuncularından Ryan Gosling genç bir yetenek.The Believer ile tanınmaya başlayan Gosling en büyük zirvesini benimde hala unutamadığım The Notbook filminde yaşıyor.2006 yılınnda Half Nelson ile Oscar'a aday olan Gosling bu filmden sonra kariyerinin en parlak dönemini üç film çevirdiği 2011 yılında yaşıyor.Bu yıl çevirdiği filmlerin fazla detayına girmez isek Ryan çok başarılı bir oyuncu gerçekten.Sürekli kaliteli yapımlarda rol alması onu fazlasıyla meşhur ediyor.Blue Valentine filminde de gayet iyi performans sergileyen Ryan mutlaka Oscar Ödülü alır gibime geliyor ilerki yıllarda..Filmde en çok dikkatimi çeken Michelle Williams oldu.Filmi izlemeden önce Ryan'ın aday olduğunu sanmıştım ama az önce baktığımda Oscar'a Williams aday olmuş bu filmle.Açıkcası daha mutlu oldum çünkü Williams bu filmde daha iyiydi Goling'e göre.Kariyerinde bu yılı da sayarsak 3 tane Oscar adaylığı bulunan Williams çok başarılı bir yetenek.Dowson's Creek dizisinde başrol oynayarak kendini tanıtan Williams efsane film Brokeback Dağı ile Oscar adaylığı kapmıştı.Ardından Zindan Adası filminde ufak bir rol oynayan Williams Blue Valentine ile de Oscar'a aday oldu.Açıkcası filmde çok başarılı buldum kendisini.Farklı bir güzelliği olduğu kesin.Kaldı ki Marilyn Monroe gibi bir güzel kadının hayatını oynadığı My Week with Marilyn filminde mükemmel bir performans sergilemiş.Williams gerçekten çok başarılı bir isim...

Filmin en beğendiğim yanı kurgusu oldu tabi.Oyunculuk performansları ve müzikte es geçilmemeli.Yine çok güzel bir film izledim.Açıkçası izlenmesi gereken önemli bir film diye düşünüyorum..!

[7.5]

X Men Serisi (1-2-3) /Part 1/

X Men (2000)

Beni tanıyan arkadaşlarım iyi bilirler bu tarz filmleri izlemediğimi, ara sıra denk geldikçe izlediğimi..Dünyaca ünlü Matrix serisini bile izlemeyen ben hazır okullar da açılmamışken böyle bir seriye başlama ihtiyacını kendimde hissettim.Tercihimi X Men'den yana kullandım çünkü bana hep yakın gelmiştir nedense.Ve dün gece izlemeye başladığım seride 3 filmi bitirdim kaldı iki film.Gelelim serinin ilk filmine...

Bilmeyenler için biraz bilgi verirsek seride temel konu mutantlar üzerine kurulu.İnsan görünümlü mutantların özel yetenekleri var.Zaten filmi de çekici kılan unsur bu.Serinin ilk filminde eski iki dost olan Profesör Charles ile Eric arasındaki mutant savaşını konu alıyor.Serinin bu ilk bölümü diğer filmleri anlamamız açısından önemli çünkü karakterlerin özellikleri,nerede yaşadıkları ve kimlerle savaştıklarını bu bölümde öğreniyoruz.Profesör Charles bir mutant okulu kurup okulda eğitim gören mutant öğrencileri yardımcılarıyla eğitirken Eric ise kendi mutantlarından oluşan grubunu insanları yok etme amacına ulaştırmaya çalışır.Bu da iki grup arasında savaş neden olacaktır.

Filmde Hugh Jackman, Wolverine karakterine hayat veriyor.Henüz geçmişi hakkında bu filmde pek birşey bilmediğimiz Wolverine karakterini ilerki bölümlerde tanıyoruz.Filmde Profesör Charles eğitimli ve çok güçlü bir mutant olarak karşımıza çıkıyor.Yürüme engelli Charles buna karşın çok güçlü.Filmde sevgili olan iki mutanttan Scott karakteri gözlükleri sayesinde çevresindeki şeyleri yok edebiliyor.Scott karakterini James Marsden canlandırıyor.Sevgilisi rolünde izlediğimiz nesneleri hareket ettirmekten tutunda çok güçlü bir beyne sahip olan Jean karakteri seride kilit rol oynayan isimlerden.Jean karakterini Famke Janssen canlandırıyor.Filmde hava olaylarını kontrol edebilen bir diğer önemli karakter Ororo'ya ise Halle Berry hayat veriyor.Filmde okulda bulunan öğrencilerinde özellikleri var tabi..Örnek vermek gerekirse buz adam,ateş adam,dokunduğu kişiyi öldürebilecek yeteneğe sahip öğrencilerle fantastik bir maceraya çıkmış oluyoruz.

Gelelim yorumuma.Filmi bu tarzlardan ne kadar hoşlanmasam da beğendim.Zaten anlaşılacağı üzere 3 bölümünü bitirdim bile.Filmin efektleri,ses kurgusu olsun ve karakter özellikleri olsun gayet iyi düşünülmüş.Ara ara sıksa da iyi bir bilim kurgu fantastik tarzda bir film.Oyuncuların performansı açıkçası bu tarz filmlerde önemli olmadığı için pek bakmıyorum ama Hugh Jackman berbat saç modeline rağmen seri ile beraber bayağı bir ünlendi.Prestij filminde de başrol oynadı ki özellikle Nolan hakkında en çok vurguladığım oyuncularından çok yüksek verim almayı bekleyen bir yönetmen tarafından seçilmesi de kaliteli bir isim olduğuna inandırıyor beni..

[7.0]

X Men 2 (2003)

Serinin ikinci filmi daha uzun ve daha aksiyonu bol sahnelerden oluşuyor.İlk filmin başarısını tekrarlayan filmin bu seferki konusu ABD'nin askeri mevkilerinde uzun yıllar yer almış bir mutant düşmanı olan William Stryker'ın mutantlara karşı açtığı yok etme savaşını konu alıyor.Filmde bu sefer Eric ve profesör Charles'in ekiplerinin birleşip bir güç olarak Stryker'ın karşısına çıktığını görüyoruz.Filmin hemen başında ABD başkanına saldırılması sonucu başlayan savaştan galip mutantlar çıkıyor tabiki ama Charles'in ekibinin beyni Jean kayboluyor.

Serinin bu bölümünde Jean'ın kaybolması (filmde öldü şeklinde anlatılıyor) seriye bomba gibi düşüyor açıkçası ama bazı sıkıcı sahnelerden kurtaramıyor yine de bizi.İki saat süren filmde savaş sahneleri yine çok güzel ancak barajın yıkılma sahnesi 2003 yapımı bir filme hiç yakışmamış dolayısıyla görsel efektleri zayıf olarak karşımıza çıkıyor bu durum.Serinin bu bölümünde ekibe filmin başında başkana süikast tarzı bir şey düzenleyen Kurt Wagner karakteri ile Alan Cumming karakteri katılıyor.Ayrıca ateş yaratma gücüne sahip John karakteride saf değiştiryor filmde.

Bu arada serinin ilk iki filminde dikkat çekmek istediğim birşey var nedense Wolverine en ön plana hiç çıkmıyor filmde ancak bu bölümde Wolverine'i kimin yarattığını öğreniyoruz.Geçmişi hakkında bir şey hatırlamayan Wolverine 4.filmde sanırım geçmişi anlatılacak.Benim yorumuma gelirsek yine aksiyonu bol bir bölümdü.İlk filmin kalitesini kaybetmemesi önemliydi.Puanımı aynı vermemdeki tek sebep serinin aynı güzellikte gitmesi..

[7.0]

X Men 3:Son Direniş [2006]

Üç yılda bir çekilen serinin bu son filmi belki de en heyecanlı bölümüydü bugüne kadar.Bu bölümün konusuna bakacak olursak serinin bu filminde mutantları insana dönüştürmek için ilaç üreten Amerikan hükümetinin mutantlarla savaşını anlatıyor daha doğrusu Eric'in ordusuyla savaşını..Hükümetin ilaç üretimine sert tepki veren Eric bunun mutant soyunu bitireceği için ilacın kaynağı Alcatraz adasındaki çocuğu alarak yok etmek ister ancak Charles'in ekibide ilaç konusunda öğrencilere baskı uygulamadığı için Eric tarafından tepki çeker ve Charles'in grubundan sadece bir kız erkek arkadaşını geri istediği için insan haline döner.Ayrıca serinin bu bölümünde gölde kaybolan Jean geri gelerek Scott ve Charles'ı öldürür.Hareketleri oldukça değişen Jean Eric'in ekibine katılır.Charles'in ekibinden geriye sadece Kurt,Wolverine ve Ohoho kalmıştır.Eric'in Alcatraz Savaşı'nda askerlere destek veren Charles ekibi 3 öğreciyide yanına alarak Alcatraz'da ki çocuğu kurtarmaya gider.Filmin en sonunda ise Jean kendisini seven adam Wolverine tarafından öldürülür.Ayrıca Eric'te mutant halinden insan haline döner ve Eric'in ekibi dağılır.Serinin bu bölümünde başkanın oğlunun bile mutant olduğunu görüyoruz..

Oldukça aksiyon dolu sahneleri olan serinin bu bölümünden daha fazla keyif aldığımı söylemeliyim.Başrol oyuncularının üç tanesinin gitmesi seriyi etkilemicektir çünkü ilerleyen bölümlerde yeni karakterlerin katılması daha güzel tabi..Ayrıca Wolverine karatelerini her bölümde biraz daha tanımış oluyoruz.Herkesin olduğu gibi benimde favori karakterim var o da Ohoho..Umarım diğer filmlerde de görürüm kendisini çünkü çok başarılı bir karakter.Dördüncü filmi merakla bekliyorum diyebilirim ama izleyeceğim filmlerin sıkışıklığından pazartesi gününe kalacaktır mutlaka..



[7.1]

27 Ocak 2012 Cuma

Titanic Özel Dosyası / A Night to Remember / 1958/

Titanic özel dosyasını açmamdaki en büyük neden Titanic filmine duyduğum inanılmaz aştır.Yaklaşık 2 yıldır Titanic hakkında bilgiler elde etmeye çalışıyorum ne kadar amatörce olsa da.Bunlardan en büyük kaynaklarımdan birisi de kuşkusuz 1958 yapımı kült film A Night to Remember.Filmde bir aşk yok ama Titanic hakkında ve özellikle de 14 Nisan gecesi hakkında birçok bilgi mevcut.Filmin en büyük değeri de bu zaten.James Cameron'nın da bu bilgiler ışığında Titanic filmini hazırladığını söylersek yanlış yapmayız zaten.Kaldı ki Titanic filmin Titanic yapan da geminin özellikleri,batışı vs. değil Jake ile Rose'un destansı aşkıydı.Gelelim İMDb sitesinden 8.0 alan  (Titainc 7.5 almıştı) filmin detaylarına..

Öncelikle İMDb puanına bakarak bu filmin daha güzel olduğunu söylememiz zor çünkü İMDb puanında dünyanın en iyi filmilerinin bile (en iyi Titanic) puanın düştüğünü görüyoruz.Bunun sebebi açık tabi bilerek puan düşürüyorlar.Bu konuda bir yazı bile yazmayı düşünüyorum zaten.Neyse geçelim filmin hikayesine.Bilindiği gibi Tanrı'nın bile batırılamayacağının söylendiği,dünyanın en lüks ve en büyük gemisinin henüz ilk seferinde bu filme göre 'küçük' bir buz dağına çarparak okyanusun dibini boylaması anlatılıyor.Ama filmde aşk yok tabi.Filmde asıl anlatılmak istenen 14 Nisan gecesi.Zaten ilk üç gün kısaca bir özet geçirilip filmde direk 14 Nisan gecesi konu alınıyor.Geminin nasıl battığı,yardımların kimden ve ne kadar sürede geldiği,filikaların yeterli sayıda olmamaları ve geminin uyarıları dikkate almadığı genel itibariyle konu edilmiş.Filmin senaryosunda gerçek bilgiler var tabi ki.Filmin yapımında Titanic gemisinin 4.kaptanı ve kazazedelerin hatırladıklarını anlatması büyük rol oynamış.Özellikle de 4.kaptanın anlattıkları çok önemli çünkü Titanic'in batışı hakkında çok fazla bilgiye sahip.
Kısacası çok harika bir senaryosu var ve günümüz Titanic filmine de bu anlamda kaynaklık ediyor.

Filmin yapımcılarından William Mac Quitty'de Titanic faciasından kurtulan isimlerden biriydi.Kurtulduğunda 6 yaşında olan William facia hakkında epey bilgiye sahipmiş.Bu arada filmin batış sahneleri 1943 yapımı Nazi propanganda filmi olan Titanic filminden alındığı söyleniyor ancak ne kadar gerçek bilemeyiz.

Filmin Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Yabancı Film dalında ödüle layık görülmesi filmin kalitesini kanıtlıyor.Filmin yanlız Oscar adaylığı bulunmuyor.Zaten Akademi bu tarz filmleri es geçtiği için pek üzerinde durmamak lazım.2208 kişinin bulunduğu gemide filikaların alabileceği yolcu sayısı ise 1200 sadece.Ve genel anlamda hep 1.sınıf yolcularının kurtulduğu faciada 3.sınıf yolcularında şans bile tanımıyor.Filikaların hepsi dolduğunda ancak izin veriyorlar gitmelerine.Bariz bir şekilde sınıf ayrımcılığının yapıldığı film bu noktaya dikkat çekerken en önemli dikkat çektiği nokta ise geminin uyarıları.

Carpathia gemisinden alınan onca uyarıya rağmen görmezden gelinen ve yola devam eden Titanic batmadan bir yarım saat önce Carpathia gemisinin sadece 10 mil uzağında iken yola devam ettiği için 58 mil uzağında kalıyor ve Carpathia olay yerine son hız almasında rağmen 4 saatte varabiliyor.Titanic gemisinin yardım fişeklerini birçok fırlatmasına rağmen bunları görmezden gelen bir diğer gemi ise çok yakınında olmasına rağmen uyarıları dikkate almıyor.Titanic'in 2.45'te sulara gömülmesi de büyük bir talihsizlik çünkü filmde de görüldüğü gibi diğer gemilerde çoğu mürettebat uyurken şanslı bir zamanda Carpathia'nın telsizi duyması da büyük bir şans yoksa kurtulan yolcuların bile donarak ölmesi de bir ihtimaldi.

Filmi çok beğendiğimi de belirtmeliyim.Yapım yılına göre oldukça başarılı olan filmi mutlaka izlemelisiniz.Titanic'in batış hikayesini en iyi anlatan film kesinlikle.Arşivlerde yerini alması gereken bir yapım.

[7.5]

26 Ocak 2012 Perşembe

Alcatraz Efsanesi'nden seçmeler /Alcatraz Kuşçusu/

Geçen aylarda bir televizyon kanalında izlediğim bir belgselde Alcatraz Hapisanesi tanıtılıyordu.Çok merak ettiğim için sonunda kadar izledim belgeseli.Bir takım notlarda aldım her zamanki gibi tabi.Ve o günden sonra gizemli Alcatraz'ı araştırmaya koyuldum.Alcatraz hakkında bugüne kadar 20'den fazla film sinemaya aktarılmış.
En ünlüleri ise Alcatraz Kuşçusu ile Escape From Alcatraz filmleriymiş.Tabi konusu itibariyle beni en çok çeken Alcatraz kuşçusu filmi oldu ve onunla başladın Alcatraz serüvenime.Kısa da bir not düşeyim Oscar ile artık fazla uğraşmamayı kafama koydum çünkü verdikleri ödülleri beğenmiyorum.O yüzden araştırma dosyası olarak Alcatraz'ı açtım...

Birdman of Alcatraz filmi 1962 yılı yapımı eski bir film.Film tesadüftür Alcatraz'ın kapatılmasından 1 yıl önce beyazperdeye aktartılmış.Thomas E. Gaddis adlı yazarın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan filmde ana konu Alcatraz değil aslında.Robert Stroud adlı çok zeki ve becerikli bir mahkumun trajik hikayesini konu alıyor.
1912 yılında 24 yaşında Kansas'ta ki Leavenworth Hapisanesine gönderilen Robert'ın önce diğer mahkumlarla ardından gardiyanı öldürmesiyle ilk olarak ömür boyu ardından idam cezası ve annesinin başkandan yardım istemesi sonucu tekrar ömür boyu hücre hapsine karar verilen Robert'ın voltada ıslanmak üzere bulduğu yavru serçeyi hücresine alıp beslemeye başlaması ve ardından serçeyi eğitmesi ile hapishane müdürünün etkilenmesi sonucu serçeye bakma izni verilmesi ve Robert'ın daha sonra serçeye su içeceği kap ve kümes yapıp yeteneğini sergilediği zamanlardan sonra git gide artan kuşların fazlalığı sebebiyle o güne kadar sebebini kimsenin bilmediği ve tedavisinin kimse tarafından yapılamadığı ancak Robert'ın çeşitli deneyler sonucu bu hastalıklar hakkında buluşlar ortaya koyması ve Robert'ın Ornitoloji alanında uzmanlaşmasını anlatıyor film.Oldukça uzun olan filmde Robert'ın hapishanede evlenmesi,annesi ile olan ilişkisi ve Alcatraz günleri de filme yansıtılıyor.Senaryo uyarlamada olsa çok başarılı.İnsanlara Alcatraz'ın gizemli tarihi hakkında bilgi vermeleri çok güzel bir olay tabi.

Filmin oyuncu kadrosu da başarılı.Robert karakterini canlandıran Burt Lancaster başarılı performansıyla Oscar adaylığı bile yakalıyor filmde ancak alamıyor.Filmin oyunculuk dalında 2 tane daha Oscar adayı var ki onlar da yardımcı rollerde izlediğimiz Telly Savalas ile Thelma Ritter.Oyunculuk anlamında başarılı olan filmi takdir etmek gerekir tabi.Çekildiği döneme göre de gayet iyi.

Filmin en keyifli sahneleri tabi ki Robert ile serçenin sahneleri..Küçük bir serçenin doğduğu sahne,serçenin yeteneklerini gösterdiği sahne ve uçmayı öğrendiği sahneler çok hoş.Film ne kadar uzun olsa da sıkmamasının temel nedeni sahnelerin sizi adeta içine çekmesi.

Filmde Alcatraz hakkında pek bir bilgi verilmiyor bir biyografi olduğu için ama yinede Alcatraz hakkında az da olsa bilgiye sahip olabiliyorsunuz.Filmde ayrıca Alcatraz tarihinin en büyük isyanı yada kaçma olayı diye nitelendirebilceğimiz 1946 olayları da işlenmiş.3 hükümlü ile 2 güvenlik görevlisinin öldüğü olaylarda Robert sağ olarak kurtulmuş.Tabi Robert'ın olaylar sırasında 56 yaşında olduğu için olaylara aktif olarak katılmadığını gösteriyor film bizlere..

Filmden çıkarılacak dersler de var tabi.Çok zeki bir adamın tutuksuz yargılanmasına bile izin vermeyenikitap basmasını bile engellemeye çalışan ancak tüm bunların arkasında çok güçlü bir adam olan Robert'ın hikayesi ibretlik.Hayatının 51 yılını (?) hapiste geçiren tahminen 45 yılını da yanlız hücresinde geçiren,araba kullanmayı bilmeyen,televizyonu görmeyen biri olarak yaşadı ve aramızdan ayrıldı Robert.Hayatının çekildiği 1962 yılında yapılan bu film bile izletilmedi kendisine.Ancak ben ve bütün ABD biliyor ki Robert Alcatraz tarihinin en masum mahkumuydu...

Robet'ın da dediği gibi ''Televiyonu görmedim belki ama anlatılanlara göre görmemede gerek yok bence''


[7.8]

Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)

Daha önceki yazılarımdan birinde Türk Sinemasının dibe vurduğunu yazmıştım.Ancak birkaç isim dışında bu genellemeyi yaptığımı da söylemiştim.Bunlardan biri olan Nuri Bilge Ceylan yaptığı her filmiyle Türk Sineması ile kendi sineması arasındaki kalite farkını açıyor.En hazmedemediğim ise batıya açık bir ülke olan Türkiye'nin her türlü özgür imkanı varken İran gibi kadınların recm cezasına bile çarptırıldığı bir ülkenin sinemasından bile çok geride olmamız.Öyle ki İran sineması bu yıl Oscar Ödülleri'ne aday gönderdiği A Seperation filmi 2 dalda Oscar'a aday oldu.Türk Sineması hala aynı seviyelerde yani berbat.1980 ler sonu komedi sinemasının bittiğini,korku sinemasının başlamadan bir film dışında bittiğini,müzikal sinemasının 60 yıldır başlayamadığını herkes biliyor.Tüm bu olumsuzluklara rağmen Nuri Bilge Ceylan filmleriyle övünebiliyoruz işte 2-3 senede bir.
Her filmiyle üstüne daha fazla şey koyan Ceylan'ın son filmi Bir Zamanlar Anadolu'da bu yılın Türkiye için Oscar adayıydı.Ancak Akademi üyelerinin fazla sevmediği tarzda ilerleyen filmimiz son 9 filme bile kalamadı.Bence en azından adaylık elde etmeliydi düşüncesindeyim.Nitekim kendi ödüllerimde En İyi Türk Filmi dalında adaylık verdim.150 dakika süren filmin belki de tek olumsuz yanı olan süresi Cannes Film Festivali'nde bile eleştiriye maruz kalmıştı ama Jüri Büyük Ödülü ile dönmeyi başarmıştı.Gelelim filmin detaylarına...

Bir Zamanlar Anadolu'da senaryo açısından çok doyurucu bir yapım.Çoğu Türk filminden farklı bir noktada duran filmin senaryosunu Nuri Bilge Ceylan,Ebru Ceylan ve Ercan Kesal kaleme almış.Filmde işlenen bir cinayetin ardından bir savcı,bir polis ve bir doktorun cinayet sonrası yaşadıkları gerilim dolu anlar konu alınmış.
Senaryonun doğallığı hemen göze çarpıyor.Çeşitli tarzda konuşmalar (özellikle manda yoğurdu sanhesi) ve hafif günlük konuşma tarzı sizi hemen filme çekiyor.Diğer filmlerinin pek takip etmememe rağmen Ceylan sinemasının en fazla diyalog bulunduran filmiymiş.Filmde anlatılan ilginç hikayeler ve Anadolu insanının sorunlarıyla da hafif gönderme yapan bir senaryoya sahip.Tekrar etmekte fayda var senaryonun doğallığı en iyi yanı.Filmin yarısının da yollarda geçtiğini belirtelim.Ufak ta bir not düşeyim araya konulan bazı esprili sahneler çok güzel düşünülmüş.Özellikle de otopsi sahnesinde bayağı bir güldüğümü hatırlıyorum...

Filmin oyuncularına geçersek şaşırdığım en büyük noktayı söylemeliyim hemen.Yılmaz Erdoğan müthiş oynamış.Eskiden Bir Demet Tiyatro ve Vizontele filmleri dışında günümüzdeki filmlerini ve yapmış olduğu programlarını pek sevemediğim Erdoğan bu filmiyle ne kadar usta olduğunu kanıtlamış gerçekten.Filmde doktor rolünü oynayan Muhammet Uzuner ve savcı rolündeki Taner Birsel de güzel oyuna katkıda bulunan iyi oyunculuk performansları sergiliyorlar.Filmde katil rolündeki Fırat Tanış bakışlarıyla bile rolünü iyi oynadığını gösteriyor bizlere.Filmde köy sahnelerindeki oyuncularında doğal olması artı bir hava katıyor filme..

Benim anladığım kadarıyla Akademi yavaş kurgudan ve hafif senaryodan pek hoşlanmıyor gibi.Bir Zamanlar Anadolu'da filminin Oscar'a aday olamamasını buna bağlıyorum.Bir de süresi itibariyle sıkılan Akademi üyeri olmuşlardır ama onların da Aavatar'ları çok uzundu valla :) Yine de aday olması bizim için bir umut olacaktı gelecek adına ama olmadı.

Nuri Bilge Ceylan hakkında uzun uzun dil dökmeye gerek yok zaten.Kariyeri başarılarla dolu bir insanı eleştirmek bana fazla doğru gelmiyor kaldı ki eleştirim olumlu bile olsa.Tek cümleyle diğer filmini beklediğimi söylemeliyim.

Filmin gereğinden fazla 15 dakika kadar uzadığını düşünüyorum.Kaldıki senaryoyla orantılarsak 15 dakika oldukça ideal olur.Yine de Ceylan'ı böyle bir filmi sinemamıza kazandırdığı için teşekkürlerimi sunuyorum.

Ceylan'ın SİYAD Ödülleri'ne takım elbise giymeden gittiği epey tartışılmıştı.Ben bunu şu şekilde yorumlamak istiyorum.Bence Ceylan SİYAD Ödülleri'nin siz günlük aktivitelerden farklı değilsiniz özel bir doğum günü yada özel bir ödül töreni olarak göremiyorum sizi diyor sanki.Eğer öyleyse brova derim :)

[7.8]

25 Ocak 2012 Çarşamba

Oscar'a Koşanlar /Part 6/ The Artist

Akademi tarihinin Wings filmine verdiği En iyi film Oscar'ın dan sonra ilk kez bir sessiz filmin Oscar Ödülleri'ne En İyi Film dalında aday olması ve kazanacak gibi görünmesi çok ilginç.Benim içinde ilk kez tecrübe olan sessiz film denemesi The Artist filmine kısmetmiş.Hollywood'ın bıkkınlık vermeye başlayan senaryoların arkasında duran sessiz ama muhteşem bir film olan The Artist şuana kadar izlediğim yılın en iyi filmi.Filmin siyah beyaz ve sessiz olmasa bir esprisi kalır mı soruları çok gündemdeyken cevaplayayım.Bana göre kalmaz ve normal bir filmden öteye geçemezdi.Gelelim yılın şuan itibariyle en iyi filminin detaylarına...

Hollywood'un 20'li yıllarından en önemli sessiz film artisti olan George Valentin kariyerinin zirvesinde bir artist..Son filminin galasında ufak bir sakarlık olayı sayesinde tanıştığı Peppy Miller ise o dakikadan sonra önce figüranlık ardından başrol oyunculuğuna kadar yükselip, Hollywood'un ilk sesli filmlerinin yıldızı olup kariyerinde zirve yapacağı 'Benli Kız Miller' ve her iki oyuncunun da birbirlerine duydukları sevgi filmin teması görünümünde.Filmin önemli yerlerindeki diyaloglar dışında film sessiz olduğu için bütünlüğü siz yakalıyorsunuz.
Sessiz film yıldızını sessiz bir filmle aktran yönetmen Hazanavicius filmi başarıya taşımış.Filmin en güzel sahnleri rüya sahnesi ve Peppy'nin soyunma odasında kıyafetlerle yaptıkları çok güzel.Ancak dediğim gibi sessiz film ve siyah beyaz olmasaydı film bir esprisi kalmazdı çünkü senaryoda direk bununla alakalı işlenmiş.

Filmin yönetmeni,senaristi ve filmin kurgusunu işleyen Hazanavicius kariyerinde bu filmle zirve yapıyor.45 yaşındaki yönetmen kariyerinde daha önce TV film ve dizileri dışında,bir tane de kısa filme imza atarken The Artist ile birlikte 4 uzun metrajlı filme sahip.Çoğu kimse tarafından pek bilinmeyen filmlere imza atan Hazanavicius'un kariyeri The Hurt Locker'ın yönetmeni ve iki sene önce En iyi yönetmen dalında ödül alan ilk kadın yönetmen Kathryn Bigelow gibi.The Hurt Locker öncesi fazla iyi işler yapamayan Bigelow'a gereksizce En iyi yönetmen ödülü verilmişti.O günden itibaren Akademi'nin pek de yönetmenin kariyerine bakmadığını anlamış olduk.Hazanavicius bu sene ödülü haketse bile daha iyileri var kendisinden.Ama Akademi bu kadar dağılmışken Hazanavicius'a ödülü verebilirler.Benim ödüllerimde ise Hazanavicius aday ancak kazanması şuan için uzak ihtimal.

Filmin oyuncu kadrosu da süper.Başrolünde Jean Dujardin gibi genç bir ismi kadroya dahil eden Hazanavicius çok önemli bir ismi sinemaya kazandırmış.Mimikleri,dansı ve oyunculuğu ile Dujardin filmin en iyisi.Performansıyla Altın Küre'yi alan Dujardin'e bir ödülde Oscar'dan gidebilir.Filmin güzel kadın oyuncusu Berenice Bejo ise mükemmel bir yetenek.Dans konusunda yetenekli olduğu görülen Arjantinli oyuncunun güzelliği ve oyunculuğu da filme gözüm çarpan performanslar.En çok Oscar'a aday olmasına sevindim kendisinin.Performanını  izlemememe rağmen beni çok etkilediği için önceden ona ödüllerimde adaylık vermiştim ve pişman olmadığımı da gördüm.

Filmin en büyük artısı ise müzikleri tabi..Zaten sessiz filmlerin de en büyük avantajı bu.Ludovic Bource'nin eşsiz müzikleri filmin güzelliğiyle bütünleşiyor.Filmin garanti ödüllerinden birisi de müzik dalında tahminimce.

Senenin izlediğim 12 aday içerisinde en iyi olduğuna kanaat getirdiğim The Artist siyah beyaz ve sessiz film olmasıyla da çok güzel bir film.Nedense bu yılki tüm filmlere fazla puan verememem sanırım bu yılın En İyi Film için zayıf geçeceğini gösteriyor bana.Tabi umutlu olduğum birkaç film daha var.

[8.1] [2011'in en yüksek puanı]

23 Ocak 2012 Pazartesi

1.Farklı Dünya Ödülleri /Part 2/

EN İYİ SANAT YÖNETMENİ


1)Hugo / Dante Ferretti,Francesca Lo Schiavo
2)Albert Nobbs / Susie Cullen
3)The Artist / Laurence Bennett,Robert Gould
4)War Horse / Rick Carter
5)The Tree of Life / Jack Fisk,Jeanette Scott

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ

1)The Tree of Life / Emmanuel Lubezki
2)The Artist / Guillaume Schiffman
3)Hugo / Robert Richarson
4)War Horse / Janusz Kaminski
5)The Girl with the Dragon Tattoo / Donalt Graham Burt

EN İYİ KURGU

1)We Need to Talk About Kevin
2)The Artist
3)Hugo
4)The Descendants
5)The Girl with the Dragon Tattoo

EN İYİ SİNEMATOGRAFİ

1)Hugo
2)War Horse
3)The Tree of Life
4)The Help
5)Super 8

EN İYİ ANİMASYON

1)Puss in Boots
2)The Adventures of Tintin
3)Rango
4)Rio
5)Happy Feet Two

EN İYİ TÜRK FİLMİ

1)Zenne
2)Bir Zamanlar Anadolu'da
3)Saç
4)Oğul
5)Dedemin İnsanları

EN İYİ KOSTÜM

1)Jane Eyre
2)Hugo
3)The Artist
4)Albert Nobbs
5)J.Edgar

EN İYİ MAKYAJ

1)Albert Nobbs
2)The Artist
3)The Iron Lady
4)Anonymous
5)My Week with Marilyn

EN İYİ GÖRSEL EFEKT

1)Hugo
2)Rise of The Planet of the Apes
3)War Horse
4)The Tree of Life
5)Super 8

YILIN EN KÖTÜ FİLMİ

1)Battle Los Angelas
2)Transformers Dark of the Moon
3)In the Land of Blood and Honey
4)Spread
5)Your Highness

1.Farklı Dünya Ödülleri /Part 1/

Akademi Ödülleri ve Altın Küre Ödülleri'nin o sıkıcı ve havasından sıkılmmış biri olarak,ödüllerin hep belirli filmlere gittiğini düşünenlerdenim.Yılın en iyi filmlerinin bazen ödül almadığını bile görüyoruz.Hatta Akademi tarihinde rezalet bir film olan The Hurt Locker filminin ödüle boğulduğunu bile görmüş biri olarak son zamanlarda çok sık yapılan kendi ödülünü verme çalışmalarına bende katılıyorum ve Farklı Dünya Ödülleri'ni bu yıl başlatıyorum.Tamamen kendi beğenilerime göre oluşturduğum listelerde çok fazla sürpriz bulabilirsiniz.Ayrıca ödüllerimde En İyi Türk filmi kategorisinde ödül vermek istiyorum.Ödülleri ise  03.03.2012 tarihinde buradan açıklamak istiyorum.İşte bana göre yılın en iyileri ve adayları;

En İyi Film
1)The Help
2)The Artist
3)50/50
4)Hugo
5)We Need To Talk About Kevin
6)Albert Nobbs
7)The Tree of Life
8)The Descendants
9)Midnight in Paris
10)The İdes of March

En İYİ YÖNETMEN
1)Midnight in Paris /Woody Allen
2)Hugo /Martin Scorsese
3)The Artist / Michel Hazanovicius
4)The Descendants / Alexander Payne
5)The Tree of Life /Ternence Malick

EN İYİ KADIN OYUNCU
1)The Help / Viola Davis
2)We Need To Talk About Kevin / Tilda Swinton
3)My Week with Marilyn / Michelle Williams
4)Albert Nobbs /Glenn Close
5)Merly Streep / The Iron Lady

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
1)The Help / Octavia Spencer
2)Carnage / Jodie Foster
3)Albert Nobbs / Janet McTeer
4)The Artist / Berenice Bejo
5)Bridesmaids / Melissa McCarthy

EN İYİ ERKEK OYUNCU
1)50/50  / Lewis Gordon Lewit
2)The Descendants / George Clooney
3)The Artist / Jean Gujardin
4)J.Edgar / Leonardo DiCaprio
5)Shame / Michael Fassbender

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU

1)Beginners / Christopher Plummer
2)Drive / Albert Brooks
3)J.Edgar / Armie Hammer
4)Kenneth Branagh / My Week with Marilyn
5)Warrior / Nick Nolte

EN İYİ ORJİNAL SENARYO
1)Midnight in Paris
2)The Artist
3)50/50
4)A Seperation
5)Young Adult

EN İYİ UYARLAMA SENARYO
1)The Help
2)Moneyball
3)Hugo
4)The Descendants
5)The Girl with the Dragon Tattoo

EN İYİ MÜZİK
1)The Help
2)The Artist
3)War Horse
4)Hugo
5)Drive

EN İYİ ORJİNAL ŞARKI
1)W.E /Madonna-Masterpiece
2)Albert Nobbs /Glenn Close,Brian Byrne-Lay Your Head Down
3)The Muppets / Pictures in My Head
4)The Muppets / Life's a Happy Song
5)The Help / The Living Proof

EN İYİ SES MİKSAJI
1)Hugo
2)War Horse
3)The Artist
4)Hanna
5)Super 8

EN İYİ SES KURGUSU
1)War Horse
2)Hugo
3)Super 8
4)The Tree of Life
5)Harry Potter and the Deathly Hallows Part II


Bir Başyapıt ''REQUIEM FOR A DREAM''

Akademi'nin en sevmediği yönetmenlerin başında bence Darren Aronofsky gelir.Özellikle de Requıem for a Dream filmini yaptıktan sonra.Bugüne kadar izlediğim en sarsıcı film diyebileceğim bu başyapıt Aronofsky'nin en ünlü filmi konumunda.Dört karakterin dibe batışını sarsıcı bir şekilde,müzik eşliğinde işleyen Aronofsky film bittikten sonra bizi şoke ediyor.Kendisi bu film için ''Bu izlediğiniz sıradan bir film değil.Eğer film çıkışında ''evet iyiydi'' veya ''pek iyi değildi'' diye düşünebileceğiniz bir filme gitmek istiyorsanız lütfen bu filmi izlemeyin'' demiş.
O kadar yerinde bir tespit ki sıradan bir film değil gerçekten.Şoke olmak istiyorsanız,hissetmek istiyorsanız,dibe vurmak istiyorsanız bu filmi izleyin...

Film dört ana karakter üzerine kurulu.Televizyon bağımlısı bir anne Sara ve madde bağımlısı oğlu Harry ile sevgilisi Marion ve en yakın arkadaşı Tyrone filmdeki ana karakterler.Televizyonda izlediği bir yarışma programı sonrası kendisine yarışmacı olarak teklif gelmesi üzerine başvuru yapmaya karar veren Sara'nın yarışmaya hazırlanmak için kırmızı elbisesini giymek ister ancak fazla kiloları yüzünden elbiseyi giyemez ve 15 kilo vermek için diyete başlar ancak diyetten sonuç alamadığı için arkadaşının tavsiyesi üzerine doktora gider ve doktorun ona verdiği hapları her gün kullanan Sara istediği kiloları verse de dibe vurmaya başar..

Hikayenin diğer kısmında Harry ve sevgilisi Marion ile arkadaşları Tyrone'de madde bağımlısı gençlerdir.Daha sonra para kazanmak için işi ticarete döken gençler bu işten oldukça para kazanırken birgün işlemediği bir cinayet sonucu hapse giren Tyrone için paralarını kullanmak zorunda kalırlar ve gençlerin parası bittiğinde üçününde dibe vurma vakitleri gelmiştir.Harry ve Tyrone yeni iş için gittikleri Florida'da yakalanır,Marion ise para karşılığı erkeklerle birlikte olarak hayatını tamamen bitirmiş olur..

Aranofsky filmin sarsıcı olmasını istediğinden karakterin acılarını,hüzünlerini ve hayallerini hisstemeye başladığımızda amacına ulaşır.Uyarlama bir senaryoya sahip filmde kitabın yazarı Hubert Selby çok iyi bir işe imza atmış.Çok zekice yazdığı kitap eminim çoğu kişiye ders olacak nitelikte..

Filmin oyuncu kadrosu ise çok başarılı.Özellikle de Ellen Burstyn canlandırdığı Sara karakteriyle hafızalarıma kazındı doğrusu.Burstyn film için çekimler sırasında tam 15 kilo vermiş.Film bittikten sonra etkisinden kurtulmayan Burstyn bir manastıra gidip saçlarını kazıtmış.Seyirciyi bile bu kadar sarsan bir filmde oyuncuların psikolojisini düşünemiyorum.Burstyn filmle Oscar ve Altın Küre'de en iyi kadın oyuncu dalında aday olmasına karşın kazanamadığını da belirtelim.Filmin diğer oyuncularından Jared Leton ve Marlon Wayans filmde iyi bir performans sergiliyorlar.Aronofsky bu iki oyuncunun rollerini daha iyi gösterebilmeleri için iki oyuncuya bir ay boyunca şekerli şeyler yememelerini ve seks yapmamalarını istemiş.Böylece oyuncuların en çok istedikleri şeylere karşı dirençlerini ölçmek istemiştir.Oldukça ilginç yöntemleri olan Aronofsky'yi kutlamak gerekiyor çünkü dört oyuncusundan da istediği verimi almış.Jennifer Connelly ise filmde cesur sahneleri iyi başarmış ve oyunculuğuyla göz dolduruyor...

Özellikle sınırları zorlayan sahnelerle ve cinsel sahneler yüzünden ABD'de 17+ ibaresi konulur.Hatta bazı bölümlerin kesilmek istenmesine karşı çıkan Aronofsky bunun bedelini daha az sinemada filmin yayınlanması ve daha az kazanç elde etmesi olmuştur.Ayrıca neden bu yapımın Oscar ödülleri'nde sadece bir adaylığı var derseniz bir blog yazısında okuduğum kadarıyla filmin az sayıda sinema salonunda oynaması daha az Akademi üyesinin filmi izlemesine sebep olmuş ve ödüllerden o kadar uzak kalmış.

Hadi tüm bunları geçelim filmin en büyük olaylarından biri olan ve bugün hala kullanılan o meşhur Clint Mansell'in Lux Aeterna adlı eseri nasıl olur da es geçilir.Filmi izleden önce de duyduğum bu şarkının bu filme ait olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım çünkü bu kadar güzel bir eserin ödül almaması akıl alır gibi değil.Hala Akademi Ödülleri'ni bana savunanlar bundan sonra hiç yanıma yanaşmasınlar daha iyi bence..

Film değil bir başyapıt..Sarsıcı bir film ve muhteşem bir final..Hisset..Gör ve şok ol !

[8.7] TÜM ZAMANLARIN EN SARSICI FİLMİ !

22 Ocak 2012 Pazar

Oscar'a Koşanlar /Part 5/ Jane Eyre

Ve geldik Oscar Ödülleri'nin Kostüm dalında en büyük favorisine.Bu yıl Oscar Ödülleri'ne En İyi Kostüm dalında kesin aday olması ve ödülü alması beklenen Jane Eyre belki En İyi Makyaj ve En İyi Sanat Yönetmeni dalında Oscar Ödülleri'ne aday olabilir ama çok zayıf ihtimal tabi.Charlotte Bronte'nin ölümsüz eserinden sinemaya birçok uyarlanan Jane Eyre'nin bu izlediğim ilk filmi.Filme başlamadan önce Aşk ve Gurur kitabının yazarından bir kitap olduğunu sanmıştım ancak daha sonra araştırdığımda Bronte'nin kitabı olduğunu gördüm.Şayet Jane Austen'ın kitabı olsaydı Aşk ve Gurur filmi tarzında beklicektim.Bu da izlemeden önyargı oluşturacaktı bende çünkü Aşk ve Gurur filminin çok şişirildiğini düşünenlerdenim.Ancak Jane Eyre aynı zamanlarda yazılmasına rağmen (kostümlerin benzerliği) Aşk ve Gurur filminden biraz daha iyi sanki.Tabi Aşk ve Gurur filmindeki aşk biraz daha iyiydi ama bu filmde oyunculuklar daha bir güzeldi sanki.Keira'nın o kötü oyunculuğunu bu filmde görmememiz iyi oldu diyebilirim.Ancak Jane Eyre'nin de eksikleri fazla.Bu yüzden Oscar Ödülleri'nde fazlaca yer alamıyor film...

Charlotte Bronte'nin aynı adlı eserinden birçok kez sinemaya uyarlanan Jane Eyre, Jane adında annesi ve babasını kaybetmiş küçük bir kızın yengesi tarafından katı kuralları olan bir okula gönderilmesi sonucu orada yanlızlığa terkedilen ve büyüdüğünde Edward Rochester'ın malikanesinde çocuk bakıcılığı yapan Jane daha sonra Edward'a aşık olacak ve onunla evlenmeye kadar gidecektir.Evlenecekleri gün Edward'ın 15 yıl önceden beri evli olduğu karısının olduğunu öğrenmesiyle evi terkeden Jane Aziz John adında bir genç tarafından kurtarılır ve daha sonra o evde yaşamaya başlayan Jane'in Edward'ı unutamaması sonucu ona geri dönmesini anlatan dramatik bir yapım.Filmin kısaca özeti bu ancak sürprizlerle dolu bir film olduğunu hatırlatmakta fayda var.Jane Eyre kitabını okumadım ancak filmini izledikten sonra okumayı düşünmüyorum artık çünkü film olayları zaten analtmış ve benim gibi hikayeyi fazla beğenmeyen (filmi) kişilerinde kitabını okuyacaklarını düşünmüyorum.

Filmin oyuncu kadrosu gelecek vaat eden isimlerden oluşuyor.Bu yıl epey çalışan Mia Wasikowska Jane Eyre filminde Jane karakterini canlandırıyor.Daha önce Albert Nobbs,Amelia,Alice İn Wonderland ve The Kids Are All Right filmlerinde rol alan Wasikowska'nın önemli filmleri seçtiğini hemen anlayabiliyoruz.Açıkcası kendisini yetiştirmesi için güzel bir taktik uyguluyor.Nitekim filmlerinde Glenn Close, Annette Bening,Hilary Swank gibi Hollywood'un efsanevi kadın oyuncularının yanı sıra Johnny Deep ve Richard Gere  gibi muhteşem aktörlerle çalışma fırsatını yakalayan Wasikowska buna rağmen patlama yapmasını beklediğim Jane Eyre filminde performasını beğendim ancak mükemmel bulmadım.Henüz 22 yaşında olan Wasikowska'ya inancım tam.İleride Oscar'ı kaldırabilir bence.Rochester karakterini canlandıran Michael Fassbender'da filmin iyilerinden diyebiliriz.Efsane Judi Dench ise kısa rolünün hakkını veren muhteşem bir oyuncu.Filmi onun için izlememede bendeki en büyük etkisi.Ancak oyunculuk dalında Judi Dench dışında önemli festivallerde adaylık elde edemez gibime geliyor.Açıkcası benim verdiğim ödüllerde de Jane Eyre filminin sadece 1 adaylığı bulunuyor.O da En İyi Kostüm dalında...

Filmin en merak ettiğim işlerinden birisi de kostüm,mekan ve makyaj dallarıydı.Kostüm dalında şuanda Oscar Ödülleri'nin en büyük favorisi konumunda bulunduğunu söylemek mümkün.Filmde makyaj ve saç alanlarında büyük özveri var.Sanki sanat dallarında Oscar'a aday olmak isterler gibi en büyük artıları bu dallarda oluşmuş.O yüzden En iyi sanat yönetmeni dalında adaylık alabilirler belki.

Filmin yönetmeni Cary Fukunada ise kariyerinin henüz başlarında.İlk uzun metrajı Sin Nombre filminde eleştirmenlerden övgü alan Fukunada ikinci çalışması Jane Eyre filminde çıtayı biraz daha yükseltmiş.Jane Eyre filminde yakaladığı atmosfer ve teknik konulardaki başarıları filmine Oscar Ödülü bile getirebilir.Henüz genç bir yönetmen olan Fukunada 3.filminde umarım özgün bir senaryo ile çıkar karşımıza.

Bu arada kısa bir not ta düşeyim..Jane Eyre filmi bugüne kadar yapılan en iyi Jane Eyre çalışmasıymış bazı eleştirmenlere göre.Eğer böyleyse diğer Jane Eyre filmlerinden pek bişey bekleyemeyeceğim doğrusu...

[ 6.5 ] [Seyredilebilir ]

21 Ocak 2012 Cumartesi

Albert Nobbs (2011)

Akademi Ödülleri'ne artık güvenmiyorum.Bazen gerçekten saçma işler yapabiliyorlar.Altın Küre desen o zaten bitmiş yani.Ancak bizde ne yapalım işte festivalleri takip etmekten,tahminde bulunmaktan kendimizi alamıyoruz.Bende kendimce bu sene kendi adımı verdiğim bir ödül töreni ile kendi beğenilerimden oluşan filmlere ödül vermek istiyorum.Özellikle de Albert Nobbs filmine yapılan haksızlıklar yüzünden.Kimileri senaryosunu beğenmezken,kimileri de oyunculuğu dışında artı bir özelliği yok diyor.Fikirlere saygılıyım ancak oyunculuk,kostüm,makyaj (ki en önemlisi),orjinal şarkı hatta senaryo dalında bile Oscar adaylığı alabilcek bir yapım bence.Geçen sene The King's Speech filmine nasıl ödül verdilerse Albert Nobbs filmi de bu ödülleri hakediyor bence.Glenn Close bu filmi hayata geçirebilmek için araştırmalarıma göre uzunca bir süre uğraşmış.Hatta yıllar önce Albert Nobbs karakterini tiyatroda bile canlandırmış.Öncelikle Glenn Close'a böylesine hoş bir film yaptığı için teşekkürlerimi iletiyorum...

Filmin konusu 19.yüzyıl fakir İrlanda'sında hayatta kalabilmek için erkek olmak zorunda kalan ve yıllarca bu şekilde bir otelde garsonluk yaparak geçimini sağlayan ve yılların birikimiyle kendisine bir tütüncü dükkanı açmak isteyen adamın hikayesini anlatıyor.Albert Nobbs filminde ayrıca sadece bir tane kadından erkeğe dönüşmüş biri yok.Sonradan en yakın arkadaşı olacağı Hubert Page isminde bir adamda erkek kılığına girerek boyacılık yapıyor.Bir de Mr. Page'in karısının olması ve Albert Nobbs'un da evlenmek istemesi gibi detaylar da filmin ana hikayesini oluşturuyor.Özellikşe vurgulananmak istenen düşünce kadın olmanın zorluğunu ve hayatta kalabilmenin ne kadar zor olduğu bir dönemi yansıtmış Albert Nobbs..Senaryodaki dialoglara çalıntı diyen sinema bilgisi hat safhada olan arkadaşlar buyursun beğendikleri filmleri izlemeye devam etsin..Senaryo dalında Oscar'a aday olması imkansız olan Albert Nobbs halbuki Akademi'nin en sevdiği konuları işliyor.Yine de ben beğendiğimi söylemek istiyorum.Küçük de bir not düşeyim dört senaryo yazarından birisi de Glenn Close...

Filmin en büyük artısı oyunculuk ve makyaj...Özellikle de Glenn Close 80'li yıllardan sonra sinemaya tekrar müthiş bir dönüş yapıyor bu filmiyle.Albert Nobbs karakterini çok iyi canlandıran Close önceki yıllardaki tecrübesini de bu filmiyle birleştiriyor.80'li yıllarda 7 yılda tam 5 adaylık elde ederek kırılması güç bir rekora imza atan Close'a yapılan en büyük ayıp hiçbirinden ödül alamaması.Bu yıl da Oscar'a 6.kez aday olmasına kesin gözüyle bakılan Close'a ancak bu yıl da ödül gitmeyecek çünkü son 10 yılın en büyük çekişmesi bu dalda gerçekleşicek.Merly Streep'i henüz izlemememe rağmen ödülünün bana garanti gibi gelmesi,Tilda Swinton'ın muhteşem oyunculuğu,Viola Davis'in zirve yaptığı The Help ve Marlyn karakteri ile herkesi kendine hayran bırakan Michelle Williams ödüle Close'dan daha yakın isimler.Benim gönlümde şu an Tilda Swinton ile Glenn Close var tabi.Ancak ikiside alamicak orası ayrı çünkü yarış Streep ile Davis arasında geçecek kesinlikle.Yardımcı kadın oyuncu dalında Albert Nobba'tan yine bir aday var diyebiliriz.Janet McTeer canlandırdığı zor bir karakterle Close gibi adaylık alabilcek bir isim.Hatta filmde McTeer'ın oyunculuğu Close'un oyunculuğu kadar mükemmeldi bence.Hatta McTeer'in canlandırdığı karakter tam bir erkek görüntüsündeydi.Bunun tabi makyajla ilgisi var ama McTeer'in muhteşem başarısı da karakteri başarılı kılıyor.Daha önce de Oscar'a 1 kez aday olan McTeer bu yılda aday olabilir ancak ödülü alır mı bilemem,sanmıyorum...

Ve gelelim filmin makyaj ve kostümlerine..Filmin Oscar'da ki banko adaylıklarından birisi makyaj dalında olmalı.Çünkü Glenn Close gibi tam bir kadını erkek yapmak çok zor.O kadar başarılı bir makyaj var ki Albert Nobbs karakterinde kesinlikle takdire şayan.McTeer'ın da tam bir erkeksi oluşu makyajın da başarılı olduğunu ortaya koyuyor.Ödülü verceklerini düşünmüyorum ancak Oscar'ın en azından bu dalda Albert Nobbs filmini aday yapması ayıbını önler biraz..Filmin kostümleri de bir harika.Tam da 19.yüzyıl İrlanda kıyafetleriyle hazırlanan kostümler çok başarılı.Bu dalda da Oscar adaylığı şansı var filmin.

Filmin beni benden alan bir özelliği var ki bu dalda kesinlikle favorim..Bu dalda Altın Küre adayı olan Albert Nobbs ödülü Madonna'nın Masterpiece şarkısına kaybetti.Sözleri Glenn Close tarafından yazılan Lay Your Head Down şarkısı mükemmel bir parça olmuş.Close filmin her parçasında gördüğünüz üzere çalışmış ve filmi mükemmel yapmak için bayağı uğraşmış.Ama en çok ta  şarkısını beğendim diyebilirim.Albert Nobbs albümünü bulabilsem kesinlikle almayı düşünüyorum ama şarkının sözlerinin tamamını bir türlü bulamadım bulan biri varsa bana ulaşırsa çok sevinirim..Neyse Oscar Ödülleri'ne en iyi orjinal şarkı dalında da aday olmasına kesin gözüyle baktığım Albert Nobbs belki en iyi sanat yönetmeni dalında da aday olabilir çünkü mekan,kostüm,makyaj falan çok harikaydı.Bu dalda bence adaylığı hakediyor.

Albert Nobbs toplamda kaç ödül alır derseniz size üzülerek hiç bir ödül alamaz derim.3 dalda Altın Küre adayı film ödüllerin hiçbirisine erişmedi.Filmin taminimce 4 dalda (En İyi Kadın Oyuncu,Yardımcı Kadın Oyuncu,En İyi Orjinal Şarkı ve En İyi Makyaj) Oscar adaylığı alabilceği eğer Akademi üyeleri beğendiyse 5-6 dalda adaylık alabilceğini söyleyebilirim ama ödül konusunda çok umutsuzum umarım en az 1 heykelcikle geceden mutlu dönerler diye umuyorum.Filmin İMDB puanının 6.7 olması da düşünrücü tabi neden bu kadar düşük bir puan almış anlayamıyorum ama haketmediği kesin orasını da biliyorum.

Buram buram emek kokan ve film için canla başla çalışan Glenn Close için bu filmi izlemenizi tavsiye ediyorum.Filmi sıkılmadan izleyeceğiniz garantisini verebilirim.Beğenilmeyecek bir film değil bence.İyi seyirler herkese..!


[ A- ] KESİNLİKLE İZLEYİN !

20 Ocak 2012 Cuma

Battle Los Angeles (2011)

Bu yılın görsel efekt olarak çok iş beklediğim yapımlarından olan Battle Los Angeles bana göre tam bir toplama film görüntüsünde.Son dönemlerde ABD artık dünya dışında açılıp uzaylılarla savaşmaya başladığı için Hollywood'ın nefes aldığını sanmıştık ama öyle olmadı.Çıkan her uzaylı savaşı filmi tam bir toplama görüntüsü içine girdi.Bu yılın bence hayal kırıklığı olarak gösterebilceğim Battle Los Angeles filmi hem uzun hem de ağır bir film...

Uzaylıların ABD ve 20 kadar ülkenin su kaynaklarına saldırması sonucu ABD'nin kıyı şeridini işgale başlayan ve işgalden en çok zararı gören Los Angeles kentinde bir çavuş ve teğmen tarafından bölgedeki sivilleri kurtarmak için yola çıkan bir grup askerin hikayesini ve kahramanlıklarını konu alıyor.Filmin konusunda biraz heyecan var ama işleyişi öyle gözükmüyor.Biraz Er Ryan'ı Kurtarmak filmi gibi bir film.Tabi ele aldığı konu çok farklı ama Er Ryan filmindeki sahnelere çok benzer savaş sahneleri var.Ayrıca Kurtuluş Günü ve İşaretler filmlerine göre de konusu zayıf kalmış diyebilim.Çünkü insanlar artık birilerinin çıkıp kahramanlık yapmasını istemiyor filmde.Pearl Harbor filmindeki bir de aşk gibi şeyler görmek istiyor.Kısacası zayıf bir senaryosu var ve gereksizce uzatılmış.

Filmde Michael Nantz karakterine Aaron Eckhart hayat veriyor.Sevdiğim bir oyuncu olan Eckhart filmde başrolü oynuyor ancak performansı çok ta ön planda değil bana göre.Ancak eleştirmenlere göre Battle Los Angeles, Eckhart'ın en iyi filmlerinden birisi.The Dark Knight ve Rabbit Hole filmlerini izlemiş biri olarak bu filmde biraz daha zayıf buldum.Filmde ayrıca ABDli şarkıcı Ne-Yo 'nun da olduğunu belirteyim.Kendisini sevmesemde bir Give Me Everything şarkıcı hala kulağımda..

Filmin en büyük artısı aslında görsel efektleri olabilecekken zayıf efektlerin olduğunu görünce zaten umutsuzluğa kapılmıştım.Zaten filmi almamdaki tek sebep buydu.Eğer efektlerini beğenseydim kendi ödül listemde de yer vermeyi düşünüyordum ama çok da üzerinde durulmamış zayıf efektlerin olduğunu gördüm.Keza 2012 filmi bile o muhteşem efektleri ile Oscar adaylığı elde edemediyse bu filmin etmesi çok ama çok zor.

Bütün bu başarısızlıkların temelinde her zaman yönetmen gösterilir ancak bu söyleme pek katılmak istemiyorum.Tabi ki filmin başarısını etkileyen en önemli faktörlerden biri yönetmen ancak ne kadar iyi yönetmenlerden ne kadar fos filmler çıktığını da görmüş insanlarız sonuçta.Yönetmen Jonathan Liebesman genç bir yönetmen.Kariyerinde Teksas Katliamı Başlangıç ve The Killing Room gibi filmler bulunan yönetmen için bu film sadece parasal açıdan sonraki filmine kaynak oldu.Kaldı ki yönetmen 2012 yılında çekeceği Wrath of the Titans filmiyle epey bir para harcayacak gibi.Kim bilir belki en başarılı filmini de yapar.Bu arada kısa bir not düşeyim filmin bütçesi 70.000.000 $ ve hasılatı ise 211.819.354 $.Kısacası yönetmen filmin başarısını bence gişe anlamında düşünmüş.

Ha izlenemez bir film mi ? Hayır.Çünkü bu tarz filmleri sevenler için keyifli olabilir.Şahsen filmin bazı sahnelerini de çok beğendim.Örnek vermek gerekirse yakalanan bir uzaylıyı öldürmenin yollarını ararken ki sahne çok iyiydi.Patlama sahneleri de yine iyi sahnelerden ama genel olarak ortalama üstüne çıkamayan filmlerden birisi.Kısacası yılın hayal kırıklığı yaratan filmlerinden..!

[ B- ]

18 Ocak 2012 Çarşamba

Türk Sinemasının Geldiği Son Nokta / Günah Keçisi

Türk Sineması benim için bitmiştir.Kimse kusura bakmasın ama bugün Türk Sineması artık yerlerde sürünür bir hale gelmiş yılda 70-80 film yapan bir ülkeden doğru düzgün,uluslararası festivallere katılabilen ancak 3-4 film çıkabilmektedir.Bunun sorunu kesinlikle eğitimsizlik.Türkiye'de sinemaya verilen değeri biraz okuyan,yaşayan ve gören herkes bilir.Bugün yarışma programından çıkan bile oyuncu tabir ettiğimiz kişilerle sinema filmleri bile çekiliyor.Yönetmenliğin ne kadar ciddi bir iş olduğunu bilmeden yönetmenlik koltuğuna oturan insanlar tarafından filmler çekiliyor ve sonu hep hüsran oluyor.Bu yıl sadece 3 tane eli yüzü düzgün film çıkaran Türk Sinemasını ileride daha kötü günler bekliyor bence.Sadece son 15 yılda sinemamıza 4 tane isim kazandırabilmemiz durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.Nuri Bilge Ceylan,Çağan Irmak,Nurgül Yeşilçay ve Meltem Cumbul dışında son 15 yılda bana göre öne çıkabilen kimse yok.Hoş Meltem Cumbul bile bu yıl Altın Küre Ödülleri'nde sunuculuk yaptıktan sonra herkes şaşırıyor ''bu kadın nereden geldi diye''..Türk Sineması bence altın yıllarını yaşadığı 70'li,80'li yıllardan sonra hızla dibe batmaktadır.Bunun son örneği ise Günah Keçisi...

Yönetmenliğini Cenk Özakıncı'nın yaptığı Günah Keçisi Türk Sinemasının son facialarından birisi..Başarolünde Almanya'da ki ünlü porno oyuncumuz Şahin K.'nın oynadığı filmde konuk oyuncular olarak Çoşkun Göğen ve Nuri Alço gibi Yeşilçam'ın ünlü tecavüzcü karakterlerini oynayan oyuncular yer alıyor.Filmde yaptığı işlerden sıkılan ve Türkiye'ye normal bir hayat yaşamak için geri gelen Şahin K.'nın hikayesini anlatıyor.Ancak geçmişi yakasını bir türlü bırakmayan Şahin K. filmde Türk erkeğinin nasıl kibar ve beyefendi olması gerektiği konusunda da dostlarıyla birlikte gençlere tüyo veriyor.Aslında tarafsız bir şekilde bakıldığında filmin tek olumlu yanı göstermelik de olsa vermeye çalıştığı mesaj bence.Filmde Yunan ve Türk taraflarını karşılıklı olduğu bir mekanda çekilmiş ve tatile gelen turistlerin neden Yunan tarafını tercih ettiği de irdelenmiş ama yine ana temasından kopamayarak tabi.Vermek istenen mesajı daha iyi vermeye çalışsalardı film biraz daha izlenirlik açısından keyifli olabilirdi.

Filmin başrol oyuncusu Şahin K. bir pornocu.Ancak Türkiye gibi sadece anayasada yazdığıyla çerçevesinde özgür olan bir ülkede yaşamayan ve işini Almanya'da sürdüren Şahin K. film için Türkiye'ye gelmiş.Şahin K. ne kadar pornocu da olsa (ki yadırganmamalı) filmin izlenirliğini arttıran bir unsur.Konuşması,hal ve hareketleri olsun iyi bir insan görüntüsünde ama iyi bir oyuncu değil.Pek fazla detayına girmeden belirteyim Şahin K. dışında filmde samimi oyuncu yok.Nuri Alço ve Çoşkun Göğen yılların oyuncuları tabi..

Filmin eksiklerini saymakla bitmez tabi.Filmin türünün erotik-komedi olduğunu söylesek hata yapmış olmayız sanırım.Türk Sinemasının kötü yapımlarından biri kesinlikle.Recep İvedik kalitesinde bir film.Bu filmi izleme amacım tamamen Türk Sinemasının geldiği son noktayı göstermekti.Sanırım izleyenler ne demek istediğimi de anlamıştır.Kimse de darılmasın ama bu Türk Sineması düzelmediği sürece ben sinemada Türk filmi izlemem.!

[  F  ]

17 Ocak 2012 Salı

Oscar'a Koşanlar /Part 3/ We Need To Talk About Kevin

Bu yılın en merak ettiğim filmlerinden birisiydi We Need To Talk About Kevin..Başrolünde Tilda Swinton'ın olması bile zaten izlememe sebebiniz olmaya yeter.Çok farklı bir hikayeye sahip filmi beğendiğimi söylemeliyim.Özellikle de oyuncuların performansı ve kurgusuyla etkiledi beni.Ancak her kesime hitap etmeyen bir film olsa da Oscar adaylığı elde edebilcek bir başarıya sahip bence..

Eva,Kevin'e hamile kaldığı gençlik yıllarında bütün kariyer planlarını ve hedeflerini bir kenara koyarak çocuğunu dünyaya getirmeye karar verir.Fakat annenin oğlu için hayatından yaptığı bu fedakarlık maalesef Kevin'in çocukluk yıllarından itibaren başlayarak hayatlarını ters yönde etkilemeye başlar.Kevin 15 yaşında geldiğindeyse  lisedeki çete gruplarıyla takılmaya başlar ve hiç kimsenin hoş görmeyeceği olaylara karışmasını konu alan filmde dikkat çekilmeye çalışılan bir nokta ise anne ve çocuğunun birbirinden nefret etmesi.Eva'nın ne kadar çabalasa da anlaşmadığı oğlunun daha sonraki zamanlarda yapacakları Eva'yı dehşete düşürecektir ve tabi bizleri de.

Yine bir yazarın kitabından sinemaya uyarlanan Kevin filminde anne-oğul ilişkileri başarıyla ele alınmış.Tabi Tilda Swinton'ın,Jasper Newell ve Ezra Miller'in üstün performansları filmi ileriye taşımış.Başarılı senaryoya güzel de bir kurgu eklenince Kevin filmini beğenmemek elde değil.Ama dediğim gibi her kesime hitap etmemesi de filmin izlenme oranını düşürüyor.Henüz sinemalarda Türk seyirciyle buluşmayan filmin vizyona girdiğinde pek fazla seyircisi olacağını düşünmüyorum doğrusu.Ancak yine de filmin en beğendiğim yanı senaryo ve kurgusu...

Filmin oyuncularında Tilda Swinton oldukça başarılı bir oyuncu.Bana göre güzelde bir oyuncu ancak kariyeri parlak değil.Öne çıktığı ve Oscar'ı aldığı Michael Clayton,ünlü oyuncularla çalıştığı Burn After Reading ve I'm Love filmi dışında önemli filmi bulunmayan Swinton'ın en önemli özelliği ise oynadığı her filmde başarılı bir performans göstermesi.Filmin diğer oyuncularından Ezra Miller'da gösterdiği başarılı performansla dikkat çeken genç oyunculardan.1993 doğumlu oyuncunun Tv dizileri dışında oynadığı birkaç filmde pek rolü yok ancak Kevin filminden sonra iyi film teklifleri gelebilir.Pek fazla kişinin dikkat çekmemesine rağmen performansını yaşına göre çok beğendiğim Jasper Newell'da geleceği parlak küçük yıldızlardan.Henüz kariyerinin ilk filminde oynaya Newell'ı da tebrik etmek lazım..Filmin Oscar'da ki en büyük etkisi oyunculuk performansları üzerine olacaktır.Tilda Swinton performansıyla Oscar adaylığı alacaktır ancak kazanması zor gibi.Streep ve Davis dururken Swinton'a vereceklerini pek sanmıyorum ama benim sıralamamda şu anda Swinton daha iyi gibi.Tabi M.Williams'ın da performasını henüz izlemedim ondan da iyi birşeyler bekliyorum.

Filmin yönetmeni Lynne Ramsay kariyerinde ilk kez bu kadar çıkış yakalıyor.En önemli filmini çeken Ramsay'in ödül alması çok zor.Ancak daha önce BAFTA kazandığını hatırlatayım.Filmin İMDB puanı ise 7.8.İzleyin derim.

Oscar Adaylık ve Kazanma Tahminim
En İyi Kadın Oyuncu: %15
En İyi Film: %5
En İyi Uyarlama Senaryo: %10
En İyi Kurgu: %15




15 Ocak 2012 Pazar

Oscar'a Koşanlar /Part 2/ Moneyball

Oscar Ödülleri'nin bu yıl güçlü adaylarından biri olan Moneyball Brad Pitt'in son filmlerinden biri.48 yaşındaki dünyaca ünlü aktör Pitt 50 yaşında sinemayı bırakacağını söylemişti.Bazı kesimler Pitt'in bu söylemini bana artık Oscar heykelciğini verin demeye getiriyor ama ben aksini düşünüyorum.Brad Pitt gibi Hollwood sinemasında adını altın harflerle yazdırmış bir aktörün açıklamalarının bu şekilde çarpıtılması doğru değil.Peki bu filmle almalı mı derseniz birazdan geleceğim o konuya.Öncelikle filmden başlayalım.Moneyboll /Kazanma Sanatı ABD'lilerin en sevdiği spor olan Beyzbol üzerine kurulu bir spor filmi diyebiliriz.Filmde düşük bütçeyle play-off oynayabilcek bir kadro kurması istenen ve kurduğu mükemmel kadroyla zengin takımlara şapka çıkartan Billy Beane'nin takımı Oakland A'nın ABD Beyzbol tarihinin üst üste en çok maç kazanan (20) takımı olma yolundaki başarısını ve olayların perde arkasını anlatan bir film.Aynı zamanda son dönemlerde Hollywood'un çok sık başvurduğu edebi eserden beyazperdeye çevrimin olduğu filmlerden biri Moneyball..Konusu bakımından oldukça iyi ancak 133 dakika gibi gereksizce uzatılan sahneler ve ağır ilerleyen film dikkatinizi çoğu zaman dağıtabiliyor.Ancak yine de yönetmenin filmin arasında geçmişten sahnelere yer vererek izleyicinin merakını arttırması,başrol karakterini tanıtmadan bizim tanımamız gerektiğini filmde çok iyi yansıtmış.Aynı zamanda karakterin gençliğinde nasıl bir beyzbol oyuncusu olduğunu da görebiliyoruz filmde.Altın Küre Ödülleri'ne Drama Dalında En İyi Film olarak aday olan Moneyball'ın Oscar Ödülleri'ne de En İyi Film dalında aday olması muhtemel ancak bana göre kazanma olasılığı biraz düşük.

Filmin oyunculuk anlamında izleyiciyi çeken bir yanı var.Tabi ki de bu Brad Pitt'in filmde oynaması.Yazımın başında da belirttiğim gibi 2 sene sonra sinemayı bırakacağını açıklayan Brad Pitt Oscar Ödülü almadan sinemayı bırakmamaya kararlı gibi.Film boyunca en çok dikkat ettiğim şey zaten Brad Pitt'in performansı oldu.Çünkü izlediğim çoğu filminde aynı performansı gösteren Pitt'in bu filmde de daha iyi bir performans ortaya koyacağını pek sanmıyordum ki beklediğim gibi de oldu.Altın Küre'ye En İyi Erkek Oyuncu dalında aday olan Pitt'in performansı en zorlu rakibi (bana göre) Joseph Gordon-Lewitt'in gerisinde.Oscar'a aday olması kesin gibi ama bence ödülü haketmiyor ne kadar kendisini çok sevsemde.Çünkü Brad Pitt'in daha iyi performanslarını görmüştüm (Benjamin Button,Dövüş Kulübü..).Ancak yine de adaylık elde etmesi başarı olacaktur kendisi için.Filmin diğer oyunucu Jonah Hill'de 28 yaşında genç ve bu tarz filmlerde pek alışık olmadığımız bir yüz.Ufak çaplı rollerde yer alan Hill bu filmde çıtayı biraz daha yükseltmiş ve Altın Küre'ye En İyi Yardımcı Oyuncu dalında aday olmayı başarmış ancak o da Brad Pitt gibi Oscar'a uzak bence.Yine de belirtmeliyim Brad Pitt ve Jonah Hill'in performansları güzel ancak Oscar alacak kadar değil bence.

Filmin Altın Küre Ödülleri'ne aday olduğu En İyi Senayo dalında ise ödüle pek yakın değil çünkü bu yılın favorisi olarak gösterilen Artist filmi Moneyball'a çelmeyi takabilir.Zaten Akademi Üyeleri Uyarlama Senaryolara pek şans vermiyorlar kendi dalları dışında (En İyi Uyarlama Senaryo).

İMDB'den 7.8 puan alan Moneyball yaklaşık iki ay önce 8.1 puana sahipti ve geriledi.Film benden de 7.1 aldığını belirteyim.Filmin eleştirmeme rağmen en büyük artısı tabiki Brad Pitt..Kendisinin Oscar'ı almasını ondan çok isterim ama bu filmle almasını pek beklemiyorum açıkcası.

Bu filmi izleyin !

14 Ocak 2012 Cumartesi

Oscar'a Koşanlar /Part 1/ The Help

2012 yılında Blog yazılarımda öncelikli olarak yılın Oscar adayı olabilicek filmleriyle kritiklerime başlamak istiyorum.Bu ilk yazı kritiğimde The Help filmine yer vermek istiyorum.

The Help/Yardımcı
2011 yılının kuşkusuz fark yaratan filmlerinden The Help her anlamda seyirciyi doyuran bir film.Başta ele almış olduğu mükemmel hikayesi ile izleyenleri kendinden geçiren muhteşem diye tabir edebilceğim bir senaryosu var.
Kathryn Stockett'in aynı adlı eserinden sinamaya uyarlanan film ABD tarihinin son 50 yılında en çok tartışılan ve tartışılmaya devam eden 'siyah-beyaz' ayrımını konu alıyor.Siyah hizmetçilerle,beyaz patronları arasında geçen filmde siyahların 1960'lar ABD'sinde nasıl bir yaşama sahip olduklarını net bir şekilde görebiliyoruz.Patronlarıyla aynı tuvaleti,aynı çatal ve bıçağı,aynı bardağı kullanmaları yasak olan ve ABD'de mülteci konumuna düşen siyah hizmetçi kadınların o güne kadar yaşadıklarının bir beyaz yazar tarafından kitaba alınması ve seslerini tüm ABD'ye duyurabilme çabalarını etkili ve akıcı 140 dakikaya sığdırmayı başarmış.Kısa bir not ta düşeyim.Film Altın Küre Ödüllerinde Drama Dalında En İyi Film adayı.Tahminime göre Oscar Ödülleri'nin de En İyi Film kategorisinde yarışacaktır.

Filmdeki oyunculuk performansları ise ayrı bir mükemmellik tablosu gibi.Filmde başta Viola Davis olmak üzere birçok oyuncu kariyerinde zirveyi bu filmle tamamlıyor.Kaldı ki Davis bu filmiyle Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Kadın Oyuncu dalında aday.Ödülü alır mı bilmem ama Oscar Ödülleri'ne de En İyi Kadın Oyuncu dalında aday olacağına şüphem yok.Filmin bir diğer başrol oyuncu Octavia Spencer'da filmde döktürüyor.Tam da kendine göre bir filmde kendini iyi kanıtladığını söyleyebiliriz.Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında aday olan Spencer'ın Oscar Ödülleri'nde de aynı kategoride yerinin hazır olduğunu düşünüyorum.Yine Altın Küre'nin aynı kategorisinde aday olan Jessica Chastain'ın performansını da iyi buldum ancak Oscar Ödülleri'ne aday olması düşük ihtimal çünkü ondan daha iyileri var bence.

Ve Emma Stone..Kısacık kariyerine birçok önemli film sığdırmayı başaran Stone favori oyuncularımdan.Bu filmle Akademi ve Altın Küre'ye uzak ancak performansı etkileyici ve başarılı.

Filmin müzikleri de oyunculuk performansları gibi bol ödüllü müzisyenlerden geliyor.10 kez Oscar Ödülleri'ne aday olan müzik yapımcısı Thomas Newman'ın yine aday olmasını bekliyorum.Bu arada Altın Küre'ye de En İyi Orjinal Şarkı dalında 3 arkadaşıyla aday olduğunu da belirteyim.

Filmin İMDB puanına bakıcak olursak yine olumlu cümleler kurabiliriz çünkü 8.1 gibi yüksek bir puana sahip.Filmin bende de 7.8 aldığını belirteyim ve kesinlikle izlemenizi tavsiye ederek yazımı noktalandırayım..!