29 Haziran 2012 Cuma

Twilight (2008)

Stephenie Meyer'ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan Alacakaranlık çok geçmeden vampir filmlerinin tekrardan gündeme oturmasını sağladı.Tabi burada bir korku filminden bahsetmiyoruz.Aksine Alacakaranlık gerilim türünü de hissettirmesine rağmen iyi bir fantastik aşk filmi.Oldukça ilgi gören filmin devam filmleri ilk filmin başarısını pek getirmese de gişede başarıya ulaştığına şüphe yok!..

Annesi ile Phoenix'te yaşayan Bella,annesinin başka bir adamla evlenmesi üzerine babasının yanına, Fork kasabasına taşınır.Bella burada okuduğu okulda Edward adında gizemli bir çocukla tanışır ve çok geçmeden Edward ile arkadaş olup,onun kim olduğunu öğrenecektir..

Senaryosu Stephenie Meyer'in kitabından alınan filmin yeniden vampir furyasını başlattığını söylemek mümkün.Hatta öyle ki filmin çıkmasından sonra vampir temalı diziler,filmler ve kitaplar hep konusunu vampir-insan aşkına çevirdi.Bu durumda insan ister istemez korku film canavarı vampirleri de görmek istiyor.Senaryonun en güzel yanı akıcı olması.Sıkılmadan 120 dakika boyunca gözlerinizi ekrandan alamıyorsunuz.Tabi benim gibi 6-7 kez izleyen biri birazcık sıkılabilir:)

Başrollerinde Bella karakteriyle Kristen Stewart,Edward karakteri ile Robert Pattinson yer alıyor.Kristen Stewart Bella karakterinin üstesinden geliyor ve oldukça iyi bir performans sergiliyor.Pattinson'da ortalamayı yakalıyor gibi.Kısa rolüne rağmen serinin diğer filmlerinde daha çok rol üstlenen Taylor Lautner Jacob karakteriyle başarılı.Tabi saçları kısayken daha iyi.:)

Bir filmde en çok mekan ve kostümlerden etkilenebilirim yeri geldiğinde.Tabi Alacakaranlık bir dönem filmi olmadığı için kostüm eleştirisi yapamam ama filmin çekildiği mekan olarak övgüyle bahsedebilirim.Mükemmel ve eşsiz doğa manzarasını izleyiciye sunan yönetmen oldukça doğru bir seçimle izleyiciyi büyülüyor.Zaten yağmuru çok sevdiğim için bu tip yerler hep ilgimi çekmiştir.

Filmin müzikleri de ilgimi çeken unsurlar arasında.Zaten filmin dvdsi piyasaya çıktığında soundtrackları da çıkmış ve büyük bir beğeni toplamıştı.Hemen hemen tüm müzikleri beğendim.Özellikle de The Black Ghosts çok harikaydı..

Son Söz;
Twilight çoğu kişinin nefret edeceği ama çoğu kişinin de seveceği bir film.Ben sevenlerdenim ve bu tarz fantastik filmlerin gerekli olduğunu düşünüyorum.Ayrıca Twilight sadece bir film olarak algılanmamalı.Müzikleri ve eşsiz mekanlarıyla unutulmayacak bir film.

Yaz Sezonu Filmleri  [9]

6.7

28 Haziran 2012 Perşembe

Dizi Kritikleri ''Eve Düşen Yıldırım'' 1.Sezon (16 Bölüm)

Dizi kritikleri kategorimizde sırada bu sezon takip edebildiğim tek Türk dizisi Eve Düşen Yıldırım var.Yapımcılığını Fatih Aksoy'un üstlendiği ve senaryosu Nait Sırrı Örik'in aynı adlı eserinden alınan dizinin başrollerinde Gizem Karaca,Murat Han,Seda Akman ve Mehmetcan Mincinozlu yer alıyor.Dizide yardımcı karakterlerden Suzan Aksoy'un da müthiş performansı nedeniyle belirtmek isterim.

Eve Düşen Yıldırım,18 yaşındaki Muazzez'in babasını kaybetmesiyle başlıyor.Kardeşinin ölümünün ardından Ahmet Şükrü Bey oğlu Namık'tan Muazzez'i İstanbul'a getirmesini istiyor.İstanbul'a gelen Muazzez burada Namık ve Sait kardeşlerin aşkı ile mücadele ederken,İzmir'den eski sevgilisi Feyyaz ve Namık'ın iş arkadaşı Halil'in de hedefine geliyor.Muazzez'in İstanbul'da uğraşması gereken bir diğer sorun onu kocasından uzak tutmaya çalışan Şaheste.
Gizem Karaca henüz ilk oyunculuk deneyimi olmasına rağmen Muazzez karakterinde oldukça başarılı.Şaheste karakteri ile beğenimi kazanan Seda Akman'da kariyerinin çıkış projesinde yer alıyor bence.Bir sonraki sezon onu Antalya Televizyon Ödülleri'nde görürsek şaşırmam.Dizinin başarısız oyunculuğa sahip ismi Murat Han Namık karakterine hiç uymuyor.Murat Han'ın en büyük sorunu soğuk ve inandırıcılığının olmaması.Ne kadar övsek az diyebileceğim Suzan Aksoy çok büyük bir yetenek.Onu izlerken Downton Abbey'deki Maggie Smith karakteri aklıma geliyor hemen.Tam Emmy Ödüllü bir oyuncu gibi Suzan Aksoy.Sait karakteri ile kariyerine devam eden Mehmetcan Mincinozlu'da başarılı isimlerden.Belirtmeden geçmeyeyim Feyyaz karakteri ile Hakan Yufkacıgil'de başarılı bir performans ortaya koyuyor.

Dizinin yapımcısı Fatih Aksoy aynı zamanda reytingi yüksek Adını Feriha Koydum dizisinin de yapımcısı.Ayrıca Aksoy Türkiye'nin en çok izlenen filmi Fetih 1453 (6,5 milyon) filminin de yapımcısıydı.Aksoy kanal yönetimi anlaşarak dizinin 14 bölümünü cuma günü ikinci kuşakta yayınlatmıştı ve dizi çok reyting almıştı.Son 2 bölümü bence çarşamba gününe hiç olmamış.Yeni sezonda umarım eski gününe döner.

Dizinin ilk sezonun epey tutulduğunu belirteyim.16 bölümlük ilk sezon beklentilerimi karşıladı.Hele de sezon finali çok iyiydi.Beklediğim gibi de yeni sezon başlayacak gibi.Yine Muazzez ve Sait'in kavuşmasını umutla bekleyeceğiz bence.Klasik Türk dramı işte..:)

Nıght of the Lıvıng Dead (1968)

Henüz 28 yaşındayken çok kısıtlı bir bütçe ile George A.Romero tarafından 1968 yılında çekilen Nıght of the Lıvıng Dead filmi günümüz zombi film ve dizilerinin babası olarak biliniyor.Korku sinemasının en önemli kült filmleri arasında yer alan film için tüm zamanların en iyi zombi filmi bile denilebilir.Özellikle yapım yılı baz alındığında ortaya başarılı bir film çıkartan Romero için bu film mükemmel kariyeri için sadece bir başlangıçtı aslında!..

Uzaydan yayılan radyasyon sonucu hastalanan insanların zombiye dönüşmesi sonucu hayatta kalmayı başaran bir grup insanın ıssız bir çiftlik evinde hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor.

1960'lı yıllarda oldukça popüler olan 'uzay' konusunu Romero sinemaya çarpıcı bir şekilde yansıtmak istemiş.Zombilerin uzaydan gelen radyasyon sonucu oluştuğunu anlatmak isteyen Romero olaya farklı bir penceren bakıyor.Zombi filmlerinin öncüsü olmayı başaran filmin senaryosu  günümüz korku filmlerine ilham verecek kadar orjinal.

Filmin oyuncu kadrosu kalabalık değil.Başrolde Barbra karakteri ile Judith O'Dea ve Ben karakteri ile Duane Jones yer alıyor.Özellikle de Duane Jones başarılı performansı ile dikkat çekiyor.Diğer yardımcı karakterler de ortalamayı tutturuyor.

Yönetmen George A.Romero şuanda yaşayan en büyük korku film yönetmenlerinden birisi.Gerçi kariyerinde Nıght of the Lıvıng Dead serisini devam ettirmek dışında pek fazla film yapmayan bir isim.Romero Nıght of the Lıvıng Dead filmi dışında seriye 5 film daha eklemiş.1978'de Dawn of the Dead,1985'te Day of the Dead,2005'te Land of the Dead,2007'de Diary of the Dead ve 2009'da Survival of the Dead.Romero aynı zamanda 2009 yılında remake olarak gösterime giren The Crazies filminin orjinaline 1973 yılında imza atmış.Yönetmenin aynı zamanda 2009 yapımı bu filmin senaryosunu da yazdığını belirteyim.

Yazımı toparlarsam The Nıght of the Lıvıng Dead eskisiyle artısıyla başarılı bir korku filmi.Düşük bütçesine rağmen makyajıyla bile konuşturan bir film izlemek istiyorsanız buyurun ekran başına.Filmin İMDb notunun da 8.0 olduğunu belirteyim.

Yaz Sezonu Filmleri (8)

[7.0]

22 Haziran 2012 Cuma

The Woman in Black (2012)

Amerikan korku sinemasının genç ve başarılı yönetmeni James Watkins'den bu sefer daha iddialı bir proje;The Woman in Black...Daha önce ilk yönetmenlik deneyimini Eden Lake (2008) ile yaşayan Watkins ilk filmiyle beğenimi kazanmıştı.Yönetmenin yeni filmi The Woman in Black'in  kadrosunda dünyaca ünlü Harry Potter serisinden Daniel Radcliffe bulunuyor.Sadece Radcliffe'nin adının bulunması bile gişe başarısı için yeterli.Gerilim,gizem,dram türlerini barındıran film her anlamda izlenebilir, klasik hayalet filmlerinden pek sıyrılamayan ortalama bir film.

Film genç avukat Arthur Kipss'in  ölen müvekkilinin miras işlemlerini halletmek için gittiği uzak ve lanetli bir kasabada yaşadıklarını konu alıyor.Susan Hill'in aynı adlı romanından sinemaya aktarılan film aslında klişelerle dolu.Hayaletler,intiharlar,küçük çocuklar,lanetlenmiş kasaba...Klişeleri içinde barındırdığı kadar izleyiciyi korkutmasa da germeyi başaran The Woman in Black'in belki de en büyük artısı bu senaryo anlamında.Yalnız belirtmeden geçmeyeyim;filmin son sahnesinde Arthur ile oğlunun ölmesi bana saçma geldi.Neden? Çünkü Arthur laneti kırmayı başarmıştı.Burada çelişki var sanki.Ancak yönetmen yine de güzel bir son hazırlamış seyirci memnun olsun diye.Filmin sonunda Arthur ile oğlu öldüğünde yıllar önce ölen karısına kavuşuyordu.

The Woman in Blac'i diğer klişe filmlerden ayıran özelliğin senaryo olmadığını söylemiştim.Ancak dekorlar,mekan ve kostüm başarısı gerçekten orjinal gözüküyor.Filmin çoğu sahnesi genelde malikanede geçiyor ve malikaneye verilen o karanlık ve kasvetli hava çok başarılı bir şekilde filme yansıtılıyor bu da izleyiciyi geriyor kesinlikle.Malikanedeki oyuncaklar bile filmin yakalamaya çalıştığı havaya başarıyla uyum sağlıyor.Filmin geçtiği malikanenin yeri de çok farklı.Sürekli gelgitlerin olduğu bir ada üzerinde kurulan malikanenin ana karayla bağlantısı gün içinde oldukça sınırlı.Tüm bunlar filmde yaratılmaya çalışılan gerilim ve korku havasını başarıyla yansıtıyor.

Yönetmen James Watkins'e bu filminden sonra daha çok dikkat kesileceğime eminim.İlk filmi Eden Lake (2008) ile beğenimi kazanan yönetmenin bende ilginç de bir anısı var.Eden Lake filmini izlerken (özellikle son sahnelerde) gözlerim dolmuştu.Bir korku/gerilim filminde bile bunu başarmak önemlidir.Yönetmenin ayrıca The Descent:Part 2,Eden Lake,Gone,My Little Eye filmlerinin senaryosunu yazdığını hatırlatayım.

Filmin oyuncu kadrosunda dünyaca ünü Harry Potter serisinin Harry'si Daniel Radcliffe,2 Oscar adaylı Janet McTeer ve Ciaran Hinds bulunuyor.Henüz 22 yaşında olmasına rağmen kariyerinde 8 Harry Potter filmi,bir kaç tv filmi ve dizisi bulunan Radcliffe artık oyunculukta tecrübe kazanmış olsa gerek bu filmde ortalamayı yakalıyor.Gelecekte Oscar ödüllü filmlerde onu görebilir miyiz bilmiyorum ancak değerlendirilmesi gerek bence.Kısa rolünün hakkını veren JanetMcTeer özellikle Albert Nobbs filmiyle büyük bir çıkış yapmıştı.The Woman in Black onun diğer türlerdeki başarısını göstermesi açısından önemli.

Uzun lafın kısası The Woman in Black içerisinde bolca klişe barındıran ancak kendini izlettiren,izleyicinin çeşitli cevaplar aramasını isteyen,izleyici geren ve sanat yönetimiyle konuşturan bir film.Ülkemizde de vizyona giren 105 bin civarında izleyiciye ulaşan filmin 17 milyon dolarlık bütçesine karşın dünyada 120 milyon dolardan fazla hasılat yaptığını belirteyim.Korku film hayranları için özel bir film olabilir.

[6.3]

Yaz Sezonu Filmleri [7]

20 Haziran 2012 Çarşamba

The New World / Yeni Dünya (2005)

The Tree of Life filmiyle Terrence Malick filmlerinin hepsini izlemek istediğimi belirtmiştim ve sondan başa doğru izlemeye devam ediyorum.Sırada başrollerinde Colin Farrell,Q'orianka Kilcher, Christopher Plummer ve Christian Bale gibi ünlü oyuncuların yer aldığı The New World ne yazıkki beklentilerimin epey uzağında kaldı.30 milyon $'lık bütçesine karşılık 30 milyon $ hasılat yapan filmin gişesi de parlak değil.Bu arada meraklıları için filmin en çok gişe yaptığı 5.ülkenin Türkiye olduğunu da hatırlatayım.Teknik dallarda,sanat dallarında başarılı olmasına rağmen The New World'ün abartılacak bir yanı yok...

Filmin senaryosunu da kaleme alan Malick'in belki de en büyük hatası burada.Gerçekten yaşanmış aşk hikayeleri günümüzde çok ta bozulmadan kurgulanırken Malick hikayeyi olduğu gibi aktarmayı tercih etmiş.Aslında doğru bir seçim de olabilirdi ancak izleyicinin beğeneceği sonlar var beğenmeyeceği sonlar var...Malick filmi daha farklı bir biçimde kurgulasa bence daha zevkli hale gelirdi hikaye.Filmin süresinin uzun olması da hikayenin sıkıcılığını bir süre sonra ortaya çıkartıyor.

The New World filminin kadrosunda ünlü isimler yer alıyor.Geçtiğimiz yıl Akademi tarihinin en yaşlısı olarak Oscar heykelciğini kaldıran Christopher Plummer bu filmde yardımcı rolde yine.Kaptan Newport karakterine hayat veren Plummer kısa rolünün hakkını veriyor.Yine geçtiğimiz yıllarda Oscar'ına kavuşan Christian Bale'de filmde yardımcı rolde.Bale de ortalamayı tutturuyor.Başrolde yer alan 15 yaşındaki (2005 yılındaki yaşı) Q'orianka Kilcher yaşına göre iyi bir performans sergiliyor diyebiliriz.Collin Farrel ise kariyerinin en kötü performanslarından birini sergiliyor bence.Sebebi ise bana göre aşk filmlerine yakışmaması...

Filmin olumlu ögelerinden müziklerde yine usta James Horner var.Horner her zamanki gibi unutulmaz sountracklarına bir yenisini daha ekliyor bu filmle.Filmin tek Oscar adaylığını Sinematografi dalında aldığını hatırlatıp sinematografinin başarısında emeği büyük Emmanuel Lubezki'yi öveyim.Lubezki The Tree of Life'da olduğu gibi muhteşem görüntülere bu filmde de imza atıyor.Bir gün Oscar ödülü alacağını umut ediyorum...Sanat dallarında başarıya ulaşan filmde zamana uyum çok iyi.Kostüm tasarımlar yine filmi ön planda tutmayı başarıyor.

Son olarak Terrence Malick hakkında birkaç cümle söyleyeyim.Malick kesinlikle çok büyük ve farklı bir yönetmen.Her ne kadar The New World filmiyle hayal kırıklığına uğrasam da Malick'in filmlerini izlemek bana keyif veriyor diyebilirim.The New World bir kez daha izlenebilecek bir film benim için ancak keyif veren bir film değil maalesef.Eminim Malick daha iyi bir film yapabilirdi.Tavsiyem fazla beklenti içinde olmadan izleyin!..

Yaz Sezonu Filmleri [6]

[6.5]

19 Haziran 2012 Salı

Dizi Kritikleri ''Downton Abbey'' Sezon 2 (9 Bölüm)

Eleştirmenlerce dünyanın en çok beğenilen televizyon programı olarak Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeyi başaran Downton Abbey muhteşem bir drama.İngiltere'de her bölümün ortalama 10 milyondan fazla izleyicinin seyrettiği dizinin dünyada da olay olması uzun sürmedi.Altın Küre ödüllü dizi nihayet benim de dikkatimi çekmiş ve seyretmiştim.Daha önce ilk sezon kritiğinde belirttiğim gibi diziyi çok beğenmiştim.Yalnız 2.sezonun daha güzel olduğunu hatırlatmak istiyorum.Normalde Türk dizileri çok uzun olduğu için ve otuz küsür bölümden oluştuğu için dizilerin ilk sezondan sonra tadı kaçıyor ancak yabancı dizilerde durum farklı.

Dowton Abbey her yönüyle muhteşem bir dizi.Şimdi Eylül ayına kadar nasıl bekleyeceğimi bilmiyorum doğrusu.Dizinin ikinci sezonu genel olarak birinci dünya savaşını konu alıyor ve yılbaşına özel olarak çekilen 9.bölümde 1920 yılından görüntüler veriyor.Tabi dizinin bu sezonunda iki karaktere veda ediyoruz.William ve Lavinia...Ancak ailedeki en sevdiğim karakter Sybil'in şoför Tom ile evlenmesi,Mary ile Matthew'un son bölümde kavuşması sezona damgasını vurdu yine.Dizide iki kez ağladığımı hatırlıyorum.Birincisi William'ın ölüm sahnesi ve ikincisi de Anna'nın John'un idam edileceğini duyduğu sahnelerinde.Cidden Anna'ya o kadar üzülmüşüm ki o an onu teselli etmek bile istedim doğrusu :)Dizinin zaten en önemli özelliği izleyiciyi kendine bağlaması.

Maggie Smith için ayrı bir paragraf açsam kimsenin itirazı olmaz sanırım.Bu  aile dramasındaki komediyi sağlamayı başaran tek unsurun Maggie Smith olduğunu izleyenler bilir.Onun inceden laf sokuşları,konuşma tarzları resmen beni öldürüyor.O kadar başarılı ki sırf onun sahnelerini tekrar seyrettiğimi bile hatırlıyorum.Hatta  yanılmıyorsam  9.bölümdeki vazo sahnesinde gülmekten ölmüştüm:):)

İşte o sahne;

Matthew ile Richard'ın kavga ettiği sahnede vazo yere düşüyor..

Matthew:Vazo için üzgünüm.

Violet:Olmayın Olmayın..Korkunç bir haladan düğün hediyesiydi..Yarım asırdır ondan nefret ettim :)

Bu arada Maggie Smith'in 4. ve 5.sezonlar için imza atmadığını öğrendim.Başka projelerde yer almak istiyormuş.Umarım bu olmaz da dizinin neşe kaynağı Laydimiz olarak kalır:)

Bu yıl Emmy Ödülleri'nde en çok güvendiğim Dowton Abbey'den 2-3 ödül bekliyorum.Takipçilerime ve diziyi izlemeyenlere önerim kesinlikle izlesinler.Merak etmeyin eylüle kadar kaç kez tekrar izlersiniz ve yeni sezona her hafta izliyormuş gibi girersiniz.

Emmy Tahminlerim

En İyi Drama Dizisi (kazanma şansı %25)
En İyi Kadın Oyuncu Drama (Kazanma şansı %25)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Kazanma şansı %65)


17 Haziran 2012 Pazar

The Tree of Life / Hayat Ağacı (2011)

Öncelikle yazıma Terrence Malick'in daha önce hiçbir filmini izlemediğimi söyleyerek başlamak istiyorum.Kariyeri boyunca birçok başarılı filme imza atan Malick'i yeni keşfetmem benim için talihsizlik kesinlikle.Hele de The Tree of Life filmini izledikten sonra...Neyse ki şanslıyım çünkü Malick her yıl film yapan yönetmenlerden değil.Kariyeri boyunca sadece beş tane uzun metrajlı filmi yönetmiş.Malick hakkında aslında edindiğim bir bilgiyi de paylaşayım.Kendisi Harvard Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu.Zaten bu filmi izlediğinizde okuduğu bölümün kendisine etkilerini rahatça göreceksiniz.Henüz ilk kez bir filmini izlememe rağmen Malick'in favori yönetmenlerim arasına girdiğini belirterek filmin detaylarına girelim...

Film üç erkek çocuklu bir ailenin 19 yaşındaki oğulların ölmesiyle başlıyor ve zamanda bir ileri bir geri gitmelerle kısa zamanda ailenin en büyük çocuğu Jack'in yetişkinlik evresine geçişini ve babası ile olan ilişkisini merkezde tutuyor.135 dakikalık filmde 100 dakikanın senaryodan ibaret olduğunu geriye kalan yarım saatlik diliminde Malick'in muhteşem çekimlerini görüyoruz.Evrenin yaratılışından,dinazorlardan,patlamalara kadar Tanrı'nın mucizelerini gözler önüne seren görüntüler mükemmel.Bu görüntüler için 6 saat çekim yapan Malick'in harika bir iş çıkarmasında görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki'nin payı büyük.İkilinin ortaya çıkardığı doyumsuz görüntüler bile filmi izlemeniz için bir sebep aslında.

15 Haziran 2012 Cuma

Le Gamın Au Velo /Bisikletli Çocuk (2011)

Son yıllarda vizyonunu genişleten Avrupa Sineması adını duyurmaya devam ediyor.2011 yılında Cannes Film Festivali'nden Büyük Jüri Ödülü ile dönen Belçika yapımı film aynı zamanda En İyi Yabancı Film dalında Altın Küre adayı olmayı da başarmış.90 dakikalık bu dram filmin Jean Pierre Dardenne ve Luc Dardenne kardeşler yönetiyor.Dardenne kardeşler bu filmden önce 11 filme daha imza atmışlar.Daha önceki filmlerini izlememe rağmen başarılı ve farklı olduklarını söyleyebilirim sanırım.Film öyle çok çok muhteşem olmasa da kendini sıkmadan izlettiren ve keyif veren senaryosu ile güzel bir film sayılır.

Filmde babası tarafından yetimhaneye bırakılan Cyril'in babasını arama hikayesi konu alınıyor.Babasını ararken tesadüfen kuaför salonu işleten Samantha ile tanışan Cyril ondan koruyucu annesi olmasını ister.Samantha ile duygusal açıdan yakınlaşan Cyril'in başı banliyö hayatı ile de derde girecektir.

Senaryoya genel olarak bakıldığında çok başarılı sayılmayabilir ancak onu diğerlerinden farklı kılan noktayı anlamak çok önemli.Filmde asıl vurgulanmak istenilen nokta Cyril ile Samantha'nın ilişki.Çünkü Cyril sadece babasını bulmak için koruyucu annesi olmasını istediği Samantha'yı sıradan biri gibi görürken Samantha'nın ise onu sahiplendiğini ve sevgilisine bile onu tercih ettiğini görüyoruz.Cyril yaptığı tüm olumsuz davranışlar için Samantha'nın gösterdiği sabır bile bunu özetlemeye yeter.Filmde bu noktalar iyi aktarılmış.

Filmin oyuncu kadrosuna baktığımızda Cyril karakterinde Thomas Doret,Samantha karakterinde Cecile De France ve diğer yardımcı karakterlerden Jeremie Renier,Fabrizio Rongione'yi görmekteyiz.Kariyerinin ilk filmi olduğu için Thomas Doret'in rolün üstesinden geldiğini söyleyebiliriz.Cecile De France ise filmin en iyisi.Özellikle de Cyril ile olan sahnelerinde başarılı.Diğer yardımcı karakterler de ortalamayı tutturuyor.Pek sıkıntı yok oyunculukta.

Filmin ülkemizde gösterime girdiğini öğrenince ayrı bir mutlu oldum.Artık Türkiye'de az sayıda kopya ile olsa da hemen tüm filmlerin vizyona girdiğini görmek güzel.Cannes Film Festivali'nden ödülle dönen bu Belçika yapımını kaçırmamanızı öneririm...

Yaz Sezonu Filmleri   [4]

[7.0]

8 Haziran 2012 Cuma

Dizi Kritikleri ''Downton Abbey'' 1.Sezon (7 bölüm)

İngiltere'de izlenme rekorları kıran ve ödüle doymayan Downton Abbey sonunda benimde kıskacıma girmiş oldu.Uzun zamandır izlemek istediğim bir diziydi ancak yoğunluk sebebiyle hep ertelediğim için kısmet bugüneymiş.Aslında sadece dönem dizisi hastası olduğum için değil Maggie Smith olduğu için bile izlemek istediğim bir projeydi ve 3 mutlu günün ardından dizinin ilk sezonun bitirdim.

Downton Abbey dizisi Downton Malikanesinde yaşayan Crawley ailesi ve çalışanlarının hayatını konu alan bir dönem dizisi.Dizinin ilk sezonu 1912-1914 yıllarında geçmekte.Batmaz denilen Titanic'in batmasından sonra gemide bulunan 2 varisini kaybeden Crawley ailesinin miras mücadelesini,çalışanlarının da hayatlarını konu alıyor aynı zamanda.Sanırım ilk sezonunun kısaca özeti bu.:)

Dizinin beni etkileme sebebine geleyim.Dizide Maggie Smith gibi bir efsanenin olmasını geçiyorum oldukça etkileyici bir hikayeye sahip olması beni fazlasıyla etkiliyor.Dizinin Muhteşem Yüzyıl gibi tarihten ilham alınarak kurgulandığını okumuştum bir yerde.Kısmen de olsa gerçek ögeler taşıyan bir dizi olması bile önemli.Keşke her sezon daha fazla bölümden oluşsa diyorsunuz inanın.

Downton Abbey'nin en önemli artısı kuşkusuz harika bir dönem dizisi olduğunu sürekli hatırlatması.Nasıl mı ?Dizideki kostümler muhteşem.Her bölümde farklı ve muhteşem tasarlanmış kostümler masraftan kaçılmadığının göstergesi.Tabi kostümlerin oyunculara da yakışması önemli ve bunu başarıyor sanat asistanları.Görsellik malikanede olduğu kadar dışarıda da harika.Asil İngiliz halkının köy yaşamının bile sosyetik olduğunu rahatça görebiliyoruz! :)

Gelelim dizinin yetenekli oyuncu kadrosuna.Downton Abbey'nin önemli bir özelliği de oyuncularının rollerinin genelde eşit dağılması.Yani Lord Crawley'in dizideki sahnelerinin çıkarsanız bile pek değişiklik olmuyor keza diğer oyuncular için de durum aynı.Bunun diziye olumlu yansıdığını düşünüyorum çünkü böylelikle sürekli aynı oyuncuyu izlemekten bizi kurtarıyor.Şahsen Mary'nin sahnelerinde sıkıldığım bile söylenebilir.

Dizide Robert karakterini Hugh Bonneville başarıyla canlandırıyor.Robert'in karısı Cora Crawley ise başarılı oyuncu Elizabeth McGovern tarafından canlandırılıyor.Dizide Robert Crawley'in annesini ise
Violet Crawley karakteri ile Maggie Smith canlandırıyor.

Robert ve Elizabeth çiftinin üç kızından en büyüğü Mary'i Michelle Dockery,ortanca kız Edith Laura Carmichael canlandırıyor.Kızların en küçüğü Sybil'i ise başarılı oyuncu Jessica Brown Findlay oynuyor.Favorim Sybil :)

Unutmadan söyleyeyim dizi de bir bölüm de olsa uzunca bir etki bırakan Mr.Pamuk karakteri de mevcut.Bu arada dizinin yönetmeni karakterin gerçek olduğunu ancak gerçek isminin asla söylemeyeceğini de anlatmış.Bu dizide de bir Türk izi görmek güzel oldu tabi.Ne de olsa Dünya'nın en asil milletiyiz.Biz Downton Malikanesi'ne girmeyeceğiz de nereye gireceğiz :):):)

Ve mutfak...Kötülerin ve iyilerin savaşını izlediğimiz mutfağımızda kimler yok ki :)Malikanenin kahyasını Mr.Carson karakter ile Jim Carter,hizmetçilerin başındaki Mrs.Hughes karakterini Phyllis Logan canlandırıyor.Dizinin kötü karakterlerinden Thomas'ı Rob James Collier,dizinin şeytanı Mrs.O'Brien'i Siobhan Finneran canlandırıken,dizinin güzel karakterilerinden Anna'yı Joanne Froggat ve sevdiği adam Mr.Bates'i Brendan Coyle canlandırıyor.Dizide Mrs.Patmore,Daisy ve Gwen karakterleri de yer alıyor.

Kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip dizinin ödülleri de epey kalabalık.:) 1Altın Küre,6 Emmy ve 2 BAFTA ödülüne sahip dizinin bu yıl da Emmy Ödülleri'nin boş geçmeyeceğini düşünüyorum.Eğer başarılı bir dizi izlemek istiyorsanız Downton Abbey tam size göre.Ben bu satırları yazarken 2.sezonu izlemek için can atıyorum aslında :)

Kısa bir bilgi de vereyim 2.sezon 1914-1920 yıllarını konu alıyor.Yani dizi her sezon dönemini günümüze kadar olmasa da ilerletecek gibi.Merakla bekliyoruz.İyi seyirler izleyeceklere :)::)

5 Haziran 2012 Salı

Psycho / Sapık (1960)

Korku/gerilim sinemasının en büyük isimlerinden Alfred Hitchcock şüphesiz bu türün gelişimine inanılmaz katkılar sağlamış bir isim.Yaptığı her filminde başarıya ulaşan yönetmen sinema tarihinin de en büyük ustalarından kesinlikle.80 yıllık yaşamına 67 sinema/televizyon eseri barındıran yönetmenin en ünlü filmlerinden birisi de 1960 yapımı Psycho..Tüm zamanların en beğenilen gerilim filmlerinden olan Psycho mükemmel senaryosuyla türün takipçilerini mutlu etmeyi başaran bir film.Yaklaşık 1 milyon $ bütçe ile çekilen filmin dünya gişesi 50 milyon $ civarında.Günümüzde hala yeri dolmayan filmlerin başında gelen Psycho benim açımdan da çok başarılı bir film.

Arizona'da bir emlak ofisinde çalışan Marion Crane bir cuma günü patronundan bankaya yatırmak üzere 40 bin dolar alır.Ancak parayı yatırmak yerine sevgilisi Sam ile güzel bir hayat sürmeyi planlayan Marion sevgilisiyle buluşmaya gider.Yolda Bates Oteli'nde konaklamak zorunda kalan Marion burada bir cinayete kurban gider ve Marion özel bir dedektif,kardeşi ve sevgilisi tarafından aranmaya başlar...

Sürprizli sonuyla dikkat çeken filmde uzunca bir süre 'bu filmin diğer filmlerden ne farkı var ?' düşüncesine kapılabilirsiniz ancak bu film hiç de sandığınız kadar basit bir film olmak istemiyor.Fazla detaya girmeden senaryonun başarısını değerlendirmek istiyorum.Joseph Stefano tarafından kaleme alınan film Robert Bloch'un aynı adlı romanından alınmış.Öyle ki Hitchcock filmi yaparken Bloch'un kitaplarının çoğunu piyasadan toplatmış çünkü kimsenin sürprizli sonu öğrenmesini istemiyormuş.Ayrıca Bloch'da kitabının ünlü katil Ed Gein'den esinlenerek yazmış!..

Filmin oyuncu kadrosunda Marion karakterini Psycho filmiyle en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar adayı Janet Leig,Lila rolüyle Vera Miles ve Norman rolüyle de Anthony Perkins gibi isimler bulunuyor.Başarılı performanslarla dikkat çeken oyunculardan özellikle Janet Leig kendi sahnelerini çok başarılı bir şekilde canlandırıyor.

Yönetmen Alfred Hitchcock hakkında epey bilgi sahibi olmama karşın bu izlediğim ilk filmi.Ancak son da olmayacak gibi çünkü harika bir filme imza atmış.Hakkında yorum yapmaya bile gerek yok üstadın.Sanırım onun filmlerini izledikçe sinemaya olan bağlılığım daha da kuvvetlenecek!..Kesinlikle izlemeniz gereken İMDb puanı 8.7 olan bir film.Şiddetle tavsiye edilir.:)

[7.9]

Yaz Sezonu Filmleri (3)

4 Haziran 2012 Pazartesi

El Laberinto del Fauno /Pan'ın Labirenti (2006)

İspanya'nın en yetenekli ve en yaratıcı yönetmenlerinden Guillermo del Toro imzasını taşıyan adeta bir masal filmi görüntüsündeki Pan'ın Labirenti çok başarılı bir film.Hellboy I ve II,Blade II gibi filmlerin yönetmenliğini yapan Guillermo del Toro aynı zamanda Julia'nın Gözleri ve Biutiful gibi son zamanların dikkat çeken filmlerinde yapımcılık üstlenmiş bir isim.Yönetmenin son yapımcılığını üstlendiği filmi Don't Be Afraid of the Dark.Pan'ın Labirentine dönersek yönetmenin en başarılı işi diyebiliriz.Film 2006 yılında 13 milyon dolarlık bütçesine karşılık  83 milyon $ hasılat elde eden film ayrıca En iyi yabancı film adaylığı dahil 6 dalda Akademi adaylığı kazandı ve 3 tanesini evine götürmeyi başardı.

Filmde hayal dünyasında yaşayan ve sürekli masal kitapları okuyan Ofeli'nın maceralarını anlatıyor.Ofelia babasını kaybettikten sonra annesi ile birlikte üvey babasının evine yerleşir.Üvey babası faşist bir yüzbaşı ve Ofelia'ya kötü davranan birisidir.Ofelia o evde yaşamaktan sıkıldığı bir zamanda perilerle ve Pan adlı bir yaratıkla tanışır.Pan Ofelia'ya kralın yıllar önce ölen ve bugün geri dönen prenses olduğunu söyler ve ondan prenses olduğunu kanıtlaması için 3 şey ister...

Filmin senaryosu kuvvetli.Sahne geçişlerinde boşluklar yok.Hikaye bir yandan masal şeklinde ilerlerken bir yanda da iç savaş yaşayan 1944 İspanya'sından görüntüler sergilemekte.Senaristler basit bir senaryo yazmak yerine filmin her sahnesini bir güzel işlemişler.Filmin son sahneleri en güzel sahneleriydi aslında.Genel olarak başarılı ve dolu bir senaryo.

Filmin oyuncu kadrosunda İspanya'nın genç oyuncusu Ofelia karakterini canlandıran Ivana Baquero ve Mercedes rolünde güzel oyuncu Maribel Verdu yer alıyor.İki isimde ortalamayı geçiyor performanslarıyla.Yüzbaşı Vidal karakterini canlandıran İspanya'nın en tanınmış oyuncularından Sergi Lopez'de soğuk ve cesur karakterine hayat veriyor.

IMDb'den 8.3 almayı başaran Pan'ın Labirenti bol ödüllü bir fantastik film.Kaliteli film izlemek isteyenler için birebir olan film ayrıca İMDb top 250 listesinde yer aldığı için bile izlenilebilir.Şiddetle tavsiye ediyorum..

[7.8]

Yaz Sezonu Filmleri (2)

3 Haziran 2012 Pazar

Yaz Sezonu Başladı !

Yaz sezonunu Ridley Scott'un Prometheus filmiyle açtık hadi hayırlısı :)Bu yaz kaç tane film izleyeceğim diye bir sınırlama getirmiyorum kendime ve izlenecek film listesi de yapmıyorum.Ancak kafamda filmler var tabi...

Öncelikle yaz sezonunu üç kulvardan değerlendirmeyi düşünüyorum.

1)1980 öncesi İMDb puanı yüksek olan ve izlenmesi gereken filmleri izleyeceğim.:)

2)Vizyon filmlerini takip edip 2.Farklı Dünya Ödülleri için bol bol 2012 filmleri izleyeceğim.:)

3)Favorim korku sineması..Beni tanıyanların iyi bildiği bir özelliğim.Bu yıl izlemediğim farklı korku filmleri bulmaya çalışıp izlemeye çalışacağım :)

Film önerileriniz varsa tabi ki bekliyorum :)

'Prometheus' (2012)

Adını Grek mitolojisinde ateşi Tanrıların elinden alarak insanlara veren Prometheus'tan alan film bilim kurgu türünün tüm inceliklerini taşıyor.Efsaneleşmiş Alien (Yaratık) filminin yönetmeni Ridley Scott Alien filminin DNA'sını taşıdığını söylediği Prometheus son zamanlarda izlediğim en iyi film.Öncelikle bilim kurgu filmleri izleyen ancak kolay beğenmeyen biri olarak Prometheus harika bir film benim gözümde.Gelelim detaylara...

Filmde 2089 yılında İskoçya'da bir mağarada insanlık tarihi adında çok önemli simgeler keşfeden bir grup bilim insanının 2092 yılında Prometheus adlı gemiyle keşfettikleri bir yerde insanın yaradılışına dair birçok kanıt bulmaya çalışan ve aynı zamanda insanlığı yok olma tehlikesinden kurtarmaya çalışan bilim insanlarının aynı zamanda yaradılışlarını sorgulamaları konu alınıyor.

Özellikle filmde Tanrı'nın insanı neden yarattığı ve neden öldürttüğü sorgulanırken aynı zamanda insanın Tanrı inancını da sorgular nitelikle bir film Prometheus.Filmde David'in Tanrı insanı yaratıyor,insanda Android'i yaratıyor şeklindeki sözleri aslında onun yaradılışını sorgulaması.Filmde Shaw karakterinin üzerinde taşıdığı hac kolyesinin filmde olması birilerinin hala Tanrı'ya inandığının göstergesi.Aynı zamanda Shaw son sahnelerden birinde Tanrı'dan özür dilemesi filmin konuyla nasıl bütünleştiğinin kanıtı.David karakterini canlandıran Michael Fassbender harika performansıyla tam not alıyor.Shame filminden sonraki en iyi performansı diyebilirim.Shaw karakterini canlandıran son yılların dikkat çeken ismi Noomi Rapace'de etkileyici performansıyla tam not almayı başarıyor.Ayrıca Rapace'in kürtaj sahnesindeki başarısı parmak ısırtıyor.Bu arada belirtmeden geçmeyeyim hayatımda bu kadar iyi bir kürtaj sahnesi izlediğimi hatırlamıyorum hiç bir filmde!

Prometheus için söylenecek pek fazla şey yok aslında.Dört dörtlük bir film.Özellikle bilim kurgu fanatiklerinin kaçırmaması gereken tarzda bir film.Alien filminin devamı olmadığı için kendi çizgisinde ilerleyen bir başyapıt adeta.İnsanın yaradılışının sorgulandığı bu filmi beğeneceğinizden eminim.Bilim kurgu kıtlığı yaşadığımız şu dönemde Prometheus ilaç gibi gelen bir başyapıt.Bu teknoloji harikasını kesinlikle tavsiye ediyorum.

[8.1]