17 Ekim 2013 Perşembe

Gravity (2013)

Gravity
Yılın en çok merak edilen filmlerinin başında gelen Gravity ünlü Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron'un altı yıl aradan sonra çektiği bir dram/bilim kurgu filmi.Klasik Amerikan senaryolarıyla harmanlanan hamuruna rağmen Gravity'nin başarısı Cuaron'un ellerinde yükseliyor.Abartıldığı düzeyde bir başyapıt olmasa da Gravity çok başarılı ve unutulmayacak bir film.Filmin başrollerinde daha doğrusu kadrosunda ise Ryan karakteriyle Sandra Bullock ve Matt karakteriyle George Clooney bulunuyor.Şimdiden İMDb puanı 8.6 olan filmin gidişatını ve Oscar şansını da değerlendireceğim.

Öncelikle senaryodan başlayalım.Filmin konusu çok basit.Teknik bir arızayı gidermek için uzayda çalışmalar yapan iki astronotun gemilerine çarpan füze kalıntılarının ardından uzayda yapayalnız kalmaları ve kurtulma çabaları anlatılıyor.Hiçbir sürprizin olmadığı hikaye tahminlerin doğrultusunda da aynı şekilde sonlanıyor.Ancak klasik ve kanımca başarısız bir senaryoya rağmen filmi başarılı yapan bir şeyler olduğunu daha ilk dakikadan hissedebiliyorsunuz.Peki bu başarının sırrı ne ?

4 Eylül 2013 Çarşamba

R.I.P.D (2013)

Ölümsüz Polisler
Son yıllarda beyaz perdede fazla göremediğimiz Ryan Reynolds ile Jeff Bridges'ı bir araya getiren R.I.P.D filmi yılın eğlenceli aksiyon/komedi filmlerinden birisi.Yönetmenliğini Red (2010) ile Flightplan (2005) filmlerinden hatırlayacağımız Robert Schwentke'nin yaptığı film 130 milyon $lık bütçesiyle de göz kamaştırıyor.3D seçeneği ile bu hafta ülkemizde de vizyona girecek olan R.I.P.D,beklentilerin düşük tutulması halinde seyirciye keyifli dakikalar yaşatabilen ve orjinal konusuyla dikkat çeken bir film.

R.I.P.D filminde,bir çatışmada hayatını kaybeden ve ölümden sonraki hayatında R.I.P.D adında bir teşkilata katılan Nick ile kendisini eğitmesi amacıyla görevlendiren Roy'un dünyayı kötülüklerden kurtarma maceraları
anlatılıyor.Ufak tefek mantık hatalarının yanında vasat bir senaryoyla filmi izlemeye mecbur bırakılıyoruz.Senaryo güçlü değil çünkü detaylandırmalar çok eksik.Gereksiz birçok sahne ve olayların hızla akışı da beni tatmin etmedi.Her ne kadar eğlenceli bir film de olsa R.I.P.D vasat bir senaryoya sahip.

1 Eylül 2013 Pazar

Adore (Two Mothers) (2013)

Adore
Bu yıl İstanbul Film Festivali kapsamında seyirciyle buluşan Two Mothers,baş rollerinde Naomi Watts,Robin Wright ve Xavier Samuel'in olmasıyla dikkat çekerken,ele aldığı konu itibariyle de kesinlikle merak uyandıran bir film olarak göze çarpıyor.Yönetmen Anne Fontaine'in ilk İngilizce filmi olan Two Mothers'ın ülkemizde gösterime girmesini beklemiyorum ancak kadrosunun önemli isimlerden oluşmasından dolayı çoğu yerde bulabileceğiniz bir film olduğunu da belirteyim.

Two Mothers iki küçük kızın sahildeki kovalamaca sahnesiyle açılıyor.Daha sonradan kızların büyüyüp anne olduklarına ve birer erkek çocuk sahibi olduklarına şahit oluyoruz.Ancak Lil'in (Naomi Watts) kocasının zamansız ölümü Ian'ın babasız büyümesine sebep oluyor.Aradan yıllar geçip çocukları yetişkinliğe doğru adım atmaya başladıklarında ise film başlıyor aslında.Özellikle bizim toplumumuzca asla hoş görülmeyen bir ilişki başlıyor filmde.Ian,annesinin arkadaşı Roz'a,Roz'un oğlu Tom da Lil'e aşık oluyor(!).Oldukça bodoslama başlayan Ian ile Roz'un ilişkisi senaryonun zayıflığından dolayı başlarda hiç inandırıcı değil.Maalesef senaryo o kadar zayıf ki ne anlatmak istediğini bile bilmiyor.Two Mothers'a bir aşk filmi demek oldukça mantıksız olur çünkü senaryoya göre film Ian ve Tom'un seks düşkünlüklerinden ibaret kalıyor.Zaten Tom'un Lil'e aşık olduğu filmin hiçbir sahnesinde belli olmuyor.Böylesine dikkat edilerek işlenmesi gereken bir konuda ciddi altyapı eksikliğinin olduğunu söylemek yanlış olmaz.

31 Ağustos 2013 Cumartesi

The Conjuring (2013)

Korku Seansı
Aylardır yolunu gözlediğim The Conjuring'e bugün kavuştum.Oldukça beğendiğim filmin,eleştirisini yazarken bile hala etkisinde olduğumu itiraf etmeliyim.Korku sinemasının son yıllardaki en başarılı yönetmenlerinden James Wan'ın 20 milyon $'lık bütçe ile çektiği filmin baş rollerinde Vera Farmiga,Patrick Wilson ve Lili Taylor yer alıyor.Ülkemizde de bugün vizyona giren filmin bir de muhteşem bir gişe başarısı var.Bunun yanında İMDb puanın 7.8 oluşu ve filme gelen övgü dolu yorumlar filmi tekrar tekrar seyretmek için bir sebep.

The Conjuring,senaryo itibariyle klişelerin sıkça yer aldığı bir film.Klasik bir şeytan çıkarma filmi.Her yıl mutlaka 3-4 tane izlediğimiz o şeytan çıkarma filmlerinden biri aslında.Üstelik ilk kez gerçek hikayeden uyarlanma bir film de değil.Peki o zaman The Conjuring neden klasik ve klişelerle dolu senaryosuna rağmen çok başarılı bir korku filmi ?

25 Temmuz 2013 Perşembe

Maniac (2012)

Manyak
Özellikle korku film senaryosu sıkıntısı çeken Hollywood her yıl remake filmlerle bu ihtiyacını gidermeye çalışıyor.Ancak remake filmler çoğu zaman orjinalini arattığı gibi kendinden bile soğutabiliyor.Bu yıl ise remake filmler açısından kanımca başarılı bir yıldayız.Önce Texas Chainsaw'ın 3D olarak yeniden çevrimini izlerken,ardından daha başarılı olan Evil Dead sinemalardaki yerini aldı.Şimdi ise oldukça başarılı bir yeniden çevrimle karşı karşıyayız.Maniac,1980 yapımı orjinalinden günümüze uyarlanan bir Franck Khalfoun filmi.Filmin yapımcı ve senarist koltuğunda ise kariyeri Haute Tension adlı mükemmel bir filmle zirvede başlatan Alexandre Aja oturuyor.Filmin baş rolünde ise yıllarca hobit olarak hafızalarımıza kazınan ve bunu silmeye çalışan bir yetenek,Elijah Wood bulunuyor.

Alfred Hitchcock'un Psycho'su gibi Maniac'ın da çıkış noktası ortak sayılabilir;kadınlar...Küçük yaşta annesinin yaptığı işler ve berbat yaşantısı yüzünden travma geçiren Frank'in hikayesini konu alan Maniac aynı zamanda bir şiddet filmi.Frank'in kadınlara uyguladığı şiddet o kadar gerçekçi yansıtılıyor ki seyircinin psikolojisinin bozulmaması içten bile değil.Alexandre Aja yazdığı senaryoya,oyuncunun gözünden bakılıyormuş hissi uyandıran farklı bir çekim tekniği ekleyerek inandırıcılığı iki kat artırıp,seyirciyi de filme çekmeyi başarıyor.

23 Temmuz 2013 Salı

The Other Boleyn Girl (2008)

Diğer Boleyn Kızı
İngiliz kraliyet ailesinin geçmişi hakkında yazdığı kitaplarla ünlenen Philippa Gregory'nin 2001'de çıkarttığı The Other Boleyn Girl kitabının ikinci uyarlaması olan 2008 yapımı bu film diğer uyarlamadan farklı olarak sinemasal açıdan daha değerli bir eser olarak göze çarpıyor.Filmin kadrosunda ise Eric Bana,Scarlett Johansson,Natalie Portman ve Kristin Scott Thomas gibi dünyaca ünlü isimler bulunuyor.Filmin yönetmenlik koltuğunda da ilk uzun metrajını yöneten Justin Chadwick oturuyor.35 milyon $ bütçeli filmin, 77 milyon $lık hasılatı beklentileri karşılayamasa da yapımcıları zarardan kurtarmış görünüyor.

Kitaba göre Mary'nin (Scarlett Johansson) ağzından ilerlemesi gereken hikaye,filmi izlerken birazcık şaşırmamıza sebep oluyor.Film, kitapla aynı pararlelde gitmemesinin eksikliğini çoğu sahnede yaşıyor.Kitapta Mary'nin ağzından anlatılan hikaye 20-22 yıl arası sürüyor.Film ise tüm bu zaman dilimlerinin hepsini anlatma derdine düşünce kayış kopuyor.110 dakikalık zaman dilimine elbette sığmayacak olan hikaye parça parça anlatılmak zorunda kalıyor.Hal böyle olunca kitabı okuyan (benim gibi) seyircilerin filmi başarılı bulması çok da mümkün olmuyor.Kitapta Mary'nin ağzından ilerleyen hikaye filmde Mary'i çok az görmemizle terse dönmüş durumda.

21 Temmuz 2013 Pazar

El Cuerpo (2012)

Ceset
Bayanlar ve baylar sıkı durun.Karşınızda gerilim/gizem sinemasının babalarından bir film var.Bu kadar iddialı bir tabir kullanmamın sebebini film bittiğinde anlayacak ve bana hak vereceksiniz.Senaryo bakımından Hollywood'un üstüne çıkmayı başaran İspanyol korku sinemasının son bombası El Cuerpo müthiş yetenek Oriol Paulo'nun elinden çıkmış bir film.Les ojos de Julie filmiyle gönlümde taht kuran Paulo bu sefer senaryonun yanında ilk uzun metrajını da bizlere sunuyor.Filmin baş rollerinde ise ''mükemmelim'' Belen Rueda,Hugo Silva ve Jose Coronado bulunuyor.

Zengin,başarılı,hırslı,kendine güvenen ve daima yükseklerde olan bir kadın...Üniversitede çalıştığı sırada aşık olduğu sevgilisi uğruna karısını ortadan kaldırmaya karar veren bir kimyager...Ve kimyagerin (Alex) aşık olduğu kadın Carla...Film morgdan kaçıp gece yarısı ormandan kaçarken,arabaya çarpıp hastaneye kaldırılan yaşlı bir adamın sahnesiyle açılıyor.Ardından Alex'in ölen karısı Mayka'nın cesedinin ortadan kaybolması polisler tarafından şüpheli durumuna düşürülen Alex'in göz altına alınmasıyla devam ediyor.Ve film de bundan sonra başlıyor.Film boyunca akıl dolu bir senaryo izlediğini anlamanız çok zor.Ancak her şeyin çözüldüğü muhteşem final sahnesi senaryonun ne denli kuvvetli olduğunu gözler önüne seriyor ve burada yazdığım bütün cümlelerin çöpe gitmesini sağlıyor.Bu kadar etkili bir senaryoyu bir korku/gerilim/gizem filminde izlemek gerçekten mutluluk verici.

The Lord of the Rings:The Return of the King (2003)

Yüzüklerin Efendisi:Kralın Dönüşü
Sinema tarihin en önemli serisi diyebiliriz The Lord of the Rings için.Başarısı bu son filmi The Return of the King ile Akademi tarafından verilen 11 Oscar ödülü ile taçlandırılmış.Ve yine büyük bir başarıdır ki adaylık aldığı tüm dalları ödüle çevirebilen nadir filmlerden biriyle karşı karşıyayız.Ben Hur ve Titanic'den sonra en fazla Oscar ödülü kazanma şerefine erişen film aynı zamanda serinin de en çok hasılat yapan filmi olmayı başarmıştır.

The Return of the King,genel anlamda Sauron'un orduları ile Gandalf,Aragorn ve Theoden'in savaşlarını anlatıyor.Tabi bu kadar kısa bir cümleyle filmi özetlemek büyük ayıp olur.Her saniyesi birer efsane olan bu seriyi en güzel cümlelerle değerlendirmek en büyük dileğim.Yine serinin bu bölümünde Frodo ve Sam'in yüzüğü yok etmek için Gollum'la birlikte giriştikleri macera ve daha sonrasında uğradıkları ihanet de anlatılıyor.Senaryo detaylı ve derin yazıldığı için olaylar gayet anlaşılır ve sürükleyici.İzlerken bazen hiç bitmemesini bile dileyebiliyorsunuz.Hele de o muhteşem savaş sahnelerinin!

13 Temmuz 2013 Cumartesi

The Lord of the Rings:The Two Towers (2002)

Yüzüklerin Efendisi:İki Kule
Peter Jackson'ın efsane serisinin ikinci olan The Lord of the Rings:The Two Towers ilk bölüme göre daha heyecanlı ve daha fazla savaş sahnesiyle ön plana çıkıyor.Serinin ilk bölümüyle süre olarak da benzerlik taşıyan Two Towers iki tane de Oscar heykelciğine sahip.

The Two Towers,bir çok sorunun cevabının bulunmaya başladığı bölüm olduğu için oldukça heyecanlı başlıyor.Kardeşliğin bozulmasının ardından yüzüğü Mordor'a götürmek için yalnız kalan Frodo ve Sam'e yüzüğün eski sahiplerinden dost(!) Gollum eşlik ederken,diğer yandan Saruman'ın büyüsünün etksinde kalarak krallığını yönetemeyecek duruma gelen Rohan Kralı'nın Gandalf'ın yardımıyla Sauron ve Saruman'ın ordularına karşı zaferini izliyoruz.The Two Towers'ın esas kahramanı olarak Aragorn ön plana çıkıyor.Orta dünyanın yeni varisinin hikayesi heyecanı katlıyor.
Ve Merry ve Pippin'in maceraları da filmin masalsı bir özelliği ortaya koymasına olanak sağlıyor.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

The Lord of the Rings:The Fellowship of the Ring (2001)

Yüzüklerin Efendisi:Yüzük Kardeşliği
2000'li yıllara damgasını vurmuş en büyük seri olan The Lord of the Rings aradan yıllar geçse de unutulmayacak kadar özel bir seri.Fantastik sinemanın altın çocuğu Peter Jackson tarafından sinemaya uyarlanan seri J.R.R. Tolkien'in aynı adlı kitabından aktarılıyor beyazperdeye.Kitabın yazarı J.R.R. Tolkien tarafından büyük bir ustalıkla yaratılan Orta Dünya bugün bile hala popülerliğini koruyor.The Lord of the Rings serisinin ilk filmi olan The Fellowship of the Ring 93 milyon $ bütçesi ile 2001 yılında gösterime girmiş ve dünya genelinde 871 milyon $ hasılat yaparak popülerliğini kanıtlamıştı.Teknik açıdan mükemmelliğin sınırlarını zorlayan film daha sonra 13 dalda Akademi adaylığı alarak 4 Oscar kucaklamayı başarmıştı.Akademinin bile bu kadar kısa sürede benimsemeyi başardığı bu seri bugüne kadar hiçbir serinin elde edemediği başarıları da ilerleyen yıllarda getirecekti.

Serinin ilk bölümü olan The Fellowship of the Ring,amcası tarafından kendisine emanet edilen yüzüğü Gandalf'ın da desteği ile bir grup savaşçı ekiple Mordor'a götürüp yok etmesi gereken Frodo'nun ve aynı zamanda ekibinin hikayesini konu ediyor.Kısa geçişlerle yüzüğün amcasına nasıl geldiğini ve öncesinde kimlerin elinde olduğunun anlatıldığı ilk sahne oldukça güzel.Senaryonun genelinde ise bir tutarlılık hakim.Olaylar olması gerektiği düzende anlatılıyor ve aralara da ufak heyecanlı sahneler katılıyor.Bu da filmi daha sürükleyici yaptığı gibi seyirciyi kendine bağlamayı başarıyor uzun süresine karşın.

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Celal ile Ceren (2013)

Celal ile Ceren
Recep İvedik serisi ile sinemamıza hızlı bir giriş yapan Şahan Gökbakar popülaritesini bu seriden ve daha önceki TV programlarından alıyor.Bir halk kahramanı olarak lanse edilen Recep İvedik karakterinin yaptığı bel altı vuruşlarla halkı sinemalara çekmesi de artık alışılagelmiş bir durum.Gökbakar'ın son filmi Celal ile Ceren ise küfürsüz komedi iddiası ile yola çıkan ancak vasatı aşamayan bir komedi olarak dikkat çekiyor.Filmde Şahan Gökbakar'a başarılı oyuncu Ezgi Mola eşlik ediyor.

Filmde Celal'in,arkadaşının bekarlığa veda partisine gitmesi sonucu Ceren ile olan altı yıllık ilişkilerinin bitmesi ve ardından o olmadan yaşayamayacağını anlayan Celal'in Ceren'i geri kazanma mücadelesi konu ediliyor.
Bir komedi filmine göre biraz uzun bir süreye sahip olan filmin senaryosu vasatın üzerinde ancak yer yer Recep İvedik esintileri hissediliyor.Ayrıca filmde yapılan bazı gereksiz ve saçma bulduğum espriler de mevcut.Bunlar maalesef filmin kalitesini düşürüyor.

Only God Forgives (2013)


Sadece Tanrı Affeder
Bu yılki Cannes Film Festivali'nde gösterilen ve seyircilerden çok uç tepkiler alan Only God Forgives başarılı Danimarkalı yönetmen Nicolas Winding Refn'in son filmi.Bir önceki filmi Drive'da beraber çalıştığı Ryan Gosling de filmin ana karakterlerinden Julian'ı canlandırıyor.Filmde ayrıca ünlü İngiliz oyuncu Kristin Scott Thomas da yer alıyor.90 dakikada derdini anlatmaya çalışan Only God Forgives'i bir suç/intikam türünde bir film olarak değerlendirebiliriz.

Film işlediği bir suç yüzünden Bangkok'da sürgün hayatı yaşan Julian ile abisinin sahibi oldukları bir boks kulübü sahnesiyle açılıyor.Ardından küçük kızlara birlikle olmaya meraklı abisinin 14 yaşındaki bir genç kızı öldürmesi ve hemen ardından da kızın babası tarafından öldürülmesiyle hikaye yavaş yavaş büyük bir intikama dönüşüyor.Ve nitekim Julian'ın diğer oğlu Billy'i her zaman kayıran annesi de Bangkok'a gelip oğlundan abisinin intikamını almasını istiyor.Başka bir intikam da kendisini Bangkok sokaklarını temizlemeye adamış intikam meleği Chang'in olaylara dahil olmasıyla başlıyor.Ancak sıkıntılı senaryo filmi izlerken yönetmenin olağanüstü müzik çalışmaları,renk ve ışık kullanımı,kameraların duruş yerleriyle bir yerlere gelmeye çalışıyor.Maalesef ki etkileyici sahneleri de olsa film sonunda aklınızda bazı soru işaretleri kalıyor.

29 Haziran 2013 Cumartesi

World War Z (2013)

Dünya Savaşı Z
Fragmanının aylar öncesinden yayınlanması ve hem yapımcılarından birinin hem de başrol oyuncusunun Brad Pitt olması World War Z'yi dört gözle bekleyen sinemaseverleri epey heyecanlandırmıştı.Vizyon takvimi olarak oldukça yoğun bir dönemde sinemalarda kendine yer bulan film 190 milyon $'lık bütçesiyle de beklentileri arttırmıştı.Ne var ki ele aldığı konu itibariyle daha önce pek çok benzer film seyretmiş biri olarak fazla heyecanlanmamanın doğru olduğunu düşündüm ve nitekim beklentilerimi de normal seviyede tuttum.Filmden çıkınca da beklentilerimin karşılanması beni şaşırtmadı.

World War Z,ünlü oyuncu Brad Pitt'in kadroda ve yapımcı listesinde yer almasıyla kendini dünyaya tanıtabilmiş bir film.Öncelikle bu konuda anlaşalım.Filmin yönetmeni Marc Forster da keza başarılı bir yönetmen ancak hala kendini yeterince kanıtlayabilmiş bir isim değil.Filmin her karesinde yönetmen kadar emeği olduğu görülen Brad Pitt her zamanki gibi rahat bir oyunculuk sergileyerek klasını bir kez daha gösteriyor.Brad Pitt'i uzun uzun yazmaya gerek yok zaten.Film için Brad Pitt büyük şans olmuş desek yeridir bence.

27 Haziran 2013 Perşembe

Movie 43 (2013)

Film 43
Son dönemde iyici popülerleşen kolaj filmlerin sonuncusu Movie 43 absürt komedinin tavan yaptığı filmlerden biri.14 farklı filmden meydana gelen Movie 43 aynı zamanda 13 farklı yönetmenin katkısıyla oluşmuş.Oldukça muazzam bir oyuncu kadrosuyla her kısa filmde ayrı bir ünlü oyuncu görmek mümkün.Ülkemizde Çatlak Film adıyla vizyona giren film 2013'ün komedi filmleri arasında hatırı sayılır bir yer edinecektir.

İki yıl aradan sonra sinemaya bu filmle geri dönüş yapan Kate Winslet'in yer aldığı kısa filmi gülerek ve biraz da iğrenerek izliyoruz.İtiraf etmeliyim ki film kısacık da olsa Kate Winslet yine döktürmeyi başarmış.The Catch kısa filminde Kate Winslet'e eşlik eden Hugh Jackman da gayet doğal gözüküyor.Bu doğallık ondan iğrenmemizi bile sağlıyor filmde.(!)

En beğendiğim bölümlerden biri olan The Proposition,Anna Faris'in kaka delisi karakteriyle epey güldürmeyi başarıyor.Yine çok beğendiğim oyunculardan Emma Stone'un yer aldığı Veronica bölümü de çiftler arasında söylenmek istenilen fakat söylenemeyen birçok şeyi açığa vurduğu için beğenimi kazanıyor.Ve o final sahnesindeki başarıya gelelim.Filmin aynı zamanda yönetmenlerinden olan Elizabeth Banks,Beezel bölümünü o kadar gerçekçi oynuyor ki izlemeye ve gülmeye doyamadım diyebilirim.Yine Halle Berry ve Stephen Merchant'ın yer aldığı Truth or Dare bölümü ile akıllara zarar regl bölümünün anlatıldığı Middleschool Date başarılı bulduğum kısa filmlerden.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Taş Mektep (2012)

Taş Mektep
Arka arkaya vizyona giren üç Çanakkale filminin ardından Taş Mektep bizleri bu sefer Kurtuluş Savaşı'nın en çetin dönemlerinden birine Sakarya Meydan Muharebesi'ne götürüyor.Yönetmenliğini Altan Dönmez'in yaptığı,senaryosunu da Hazan Toma'nın yazdığı filmde Orhan Kılıç,Ayça Varlıer,Bora Akkaş,Elit İşcan,Feride Çetin,Esvet Şahin,Ömer Güney gibi televizyon dünyasından aşina olduğumuz isimler rol alıyor.Savaş sahnelerinin varlığından çok duygusallığı ön plana çıkaran film her Türk gencinin izlemesi gereken filmlerden biri olarak hafızama kazınıyor.

Taş Mektep hikayesini Kayseri'de o yıllarda eğitim veren Taş Mektep Sultanisi'nin 63 öğrencisinden alıyor.Bu 63 öğrencinin adım adım savaşa giden yolculukları ve savaşta hepsinin şehit olması işleniyor filmde.Ve final sahnesindeki yürek burkan o konuşma filmi özetliyor;Taş Mektep o yıl hiç mezun veremiyor.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

The Other Boleyn Girl (2003)

Diğer Boleyn Kızı
Britanyalı yazar Philippa Gregory'nin 2001'de yazdığı The Other Boleyn Girl kitabı zamanında tüm dünyada büyük bir ilgi uyandırmış ama özellikle patlamasını 2008'de çıkan sinema uyarlamasıyla yapmıştı.Birleşik Krallık tarihinin en önemli yıllarına tanıklık eden bu roman Tudor hanedanının gizli kalmış her şeyini ortaya sermişti.İngiliz yayın kuruluşu BBC'de 2003 yılında Diğer Boleyn Kızı adında bir TV uyarlaması çekti.1 milyon sterlini bile bulmayan düşük bir bütçe ile çekilen film olayların ilk kez perdeye yansıması bakımından önemliydi.

Baş rollerini Natascha McElhone (Mary Boleyn),Jodhi May (Anne Boleyn) ve Jared Harris'in (VIII.Henry)
paylaştığı film Mary Boleyn ve Anne Boleyn'in ihtiras,aşk ve şehvet dolu saray günlerine odaklanıyor.Kitabı okumuş ve çok sevmiş biri olarak özellikle filmi incelediğimde kitaptan fazlasıyla uzaklaşıldığı hemen göze çarpıyor.Filmin neredeyse yarısında normalde boynundan hiç çıkarmamasına rağmen bir türlü göremediğimiz Anne Boleyn'in B işaretli kolyesini hiç göremiyoruz.Bu küçük detay dışında Mary'nin ağzından ilerlemesi gereken filmin belgesel havası içerisinde kameralara konuşma şeklinde karakterlerin duygularını yansıtması da pek güzel durmuyor.Ayrıca Mary Boleyn'in kayıtlara geçen ilk çocuğunun Catherine olmasına karşın ikinci çocuğu olan Henry'nin  ilk çocuk olarak gösterilmesi de büyük bir yanlışlık.Yine kitapta Mary'nin,kardeşleri George ve Anne'in ilişkiye girmelerine inanmadığı yada inanmak istemediği görülürken filmde Mary'nin fikriymiş gibi bu ilişkiyi göstermek kitaba fazla sadık kalınmadığını gösteriyor.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Görünmeyenler (2012)

Görünmeyenler
Yerli Paranormal Activity diye tabir edilen Görünmeyenler'i izledikten sonra aynı kanıya varmak çok kolay.Hollywood'un Uzakdoğu Sineması'ndan aldığı kopya filmler kabul görüyor da bizim kopya filmimiz neden kabul görmesin ?Görünmeyenler'e çok da fazla yüklenmemek lazım aslında.Kopya da olsa korku sinemamız için bir şeyler yapıldığını görebiliyoruz bu filmle.Ancak farklılık da şart.Caner Özyurtlu ile Serhat Hasanoğlu farklılığı senaryoda yapmaya çalışmış bir nevi.Yeni evlerine taşınan bir ailenin küçük kızının edindiği hayali arkadaşlarını sonradan görebilmemiz filmin farklı bir noktası.Ancak bu ne kadar doğru,tartışılır.

Karadedeler Olayı ile ülke sinemamızda da rağbet gören amatör kamera çekimi haliyle Gönünmeyenler'in de korkuyu gerçeğe dönüştürme çabasında önemli bir araç konumunda.Sahne geçişlerindeki video cızırtılarıyla seyirciyi germeyi de başarıyorlar.Ancak 80 dakika boyunca ne kamera çekimlerinden ne de evdeki kameralardan net bir gerilim hissedebiliyoruz.Son 10 dakikada filmin yaşattığı heyecan ilk 70 dakikasında kesinlikle yok.Sürpriz olmayan farklı bir son denemesiyle de kapanan filmin buradaki amacını film gişe yaptığında devamının geleceğinin bir işareti olarak yorumluyorum.Neyse ki korkulan olmadı ve film çok da iyi bir gişe başarısı gösteremedi.Gerçi bu tür maaliyeti düşük filmlerde bütçe de düşük oluyor,orası ayrı.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Hermano (2010)

Kardeş
Güney Amerika deyince akla ilk futbol geliyor.Haliyle de Arjantin,Brezilya ve Şili...Peki Venezuela ? Adını çok sık duymadığımız bu ülke ciddi anlamda ekonomisi gelişen ancak kenar mahallerinde çürüyen,yok olup giden hayatların var olduğu bir ülke Venezuela.2010 yapımı Hermano da Venezuela'nın kanayan bir yarasını da aslında gündemine alıyor.

Film çöplükte terk edilmiş şekilde bulunan bir bebek sahnesiyle açılıyor.Daha ilk dakikadan vuruyor seyirciyi.Bebeği alanların bir anne ile 3-4 yaşlarındaki çocuğu olduğunu görüyoruz sonra.16 yıl sonraya gidiyor film.Yetenekli iki genç futbolcunun futbol sahnesindeki performanslarıyla tanıştırıyor film bizi.Çöplükte bulunan Daniel ile abisi Julio'nun keşfedilişlerine tanık oluyoruz sonra.Ülkenin en büyük futbol klüplerinden biri gençleri değerlendirmek üzere klübe davet ediyor.Ve film gerçek anlamda başlıyor bu sahneden sonra.Film boyunca fakirliğin,suçun,namussuzluğun ve acımasızlığın en acı hallerine tanıklık ediyoruz.Çarpıcı bir final sahnesiyle noktalıyor yönetmen filmini.Düşünme sırası da seyirciye geçiyor.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Hayattan Korkma (2008)

Hayattan Korkma
Uzun zamandır izleme listemde bulunan Hayattan Korkma'yı izleyince hemen yazmak istedim.2008 yılında ülkemizde gösterime filmin yönetmenliğini Berrin Dağçınar yapıyor.Usta oyuncu kadrosuna baktığımızda ise Zeki Alasya,Tarık Papuççuoğlu,Haldun Boysan,Suzan Aksoy,Ceren Aksoy,Zeynep Eronat,Mert Fırat ve Sedef Avcı gibi isimler göze çarpıyor.Büyük isimlerin küçük performanslarını şimdilik bir kenara bırakacak olursak Hayattan Korkma,mevcut sisteme karşı oluşturulmuş eksiklerle dolu senaryosuyla ve yetersiz performanslarıyla beklenen seyir zevkini yaşatamıyor seyirciye.100 dakikalık uzunca bir süre içerisinde klasik Türk filmlerinden ibaret bir sonla bitmesi maalesef Hayattan Korkma'yı sinemamızın son yıllardaki hayal kırıklığı filmleri listesine sokuyor.

Aslında bir taraftan baktığımızda film dev oyuncu kadrosunu saymazsak düşük bir bütçe ile Balıkesir'in Göneç kasabasında çekilen küçük bir Ege filmi.Ancak işin içine bu kadar önemli bir kadro girdiğinde beklentiler ister istemez yüksek oluyor.Ne var ki film bittiğinde oyunculuk performansları ile düşünceleriniz hep olumsuz,hep olumsuz.

23 Nisan 2013 Salı

Texas Chainsaw 3D (2013)

Teskas Elektrikli Testere Katliamı
Korku sinemasının baş tacı filmlerinden biri de şüphesiz The Texas Chain Saw Massacre filmidir.Tobe Hooper adlı genç bir yönetmen tarafından 1974 yılında çekilen film maalesef çeşitli nedenlerle seriye çok geç dönüştüğü gibi birbiri ardına gelen kalitesiz devam filmleri yüzünden 2003 yılında tekrar seriye dönüştürüldü.Orjinal filmden epey faydalanan bu seri de 2006'da Teksas Elektrikli Testere Katliamı:Başlangıç filmiyle son buldu.Geçen yıl yapımı tamamlanan ve bu yıl Ocak ayından başlayarak çeşitli ülkelerde gösterime giren ve orjinal filmin devamı olacağı söylenen,ayrıca 3D seçeneği ile de seriye farklı bir boyut getireceği ifade edilen Texas Chainsaw filmi ise 1974 yapımı orjinal filmin yıllar sonra çekilen belki de en uygun devam filmi.Eksikleri de olsa 2013 yapımı bu Teksas Katliamı korkuseverlerin özelllikle kaçırmaması gereken bir film.

18 Mart 2013 Pazartesi

Pet Sematary (1989)

Hayvan Mezarlığı
Stephen King'in unutulmaz romanları arasında yer alan Hayvan Mezarlığı vizyona girdiği 1989 yılında sadece Amerika'da 57 milyon $'lık hasılat yapmayı başarmış ve sonraki yıllarda adını klasikler arasına yazdırmayı başarmıştır.Hayvan Mezarlığı bir baş yapıt olmasa dahi aradan yıllar geçse bile izleyicide aynı korkuyu uyandıran bir film.Ayrıca Hayvan Mezarlığı satın aldığım ilk film olmasıyla da benim için özel bir film.

Filmde,yeni bir eve taşınan Dr.Louis ve ailesinin evin karşısındaki hayvan mezarlığının laneti yüzünden başlarına gelen olaylar anlatılıyor.Ailenin evlerinin karşısında bulunan ve sürekli ağır vasıtalı araçların geçtiği yolda önce kedileri ölüyor ve Louis'in komşusu yardımıyla gömdüğü bir taş mezarlıktan canlı çıkara geri gelmesiyle film kendini buluyor.Stephen King'in romanından uyarlanan film senaryosunun başarısı kadar ilginç ismiyle de dikkat çekiyor aslında.İngilizce'de ''cemetery'' anlamına gelen mezarlık kelimesini filmde çocukların küçükken harflerini değiştirmeleri sonucu ''semarty'' olarak kalan mezarlık anlamıyla görüyoruz.Gerçi romanın da orjinal isminde ''semarty'' şeklinde geçiyor.

13 Mart 2013 Çarşamba

American Mary (2012)

Amerikan Mary
2012'nin seyir zevki yüksek olmasına karşın en başarısız filmlerinden biriyle karşı karşıyayız.Kanada yapımı American Mary korku sınıfına girmediği gibi gerilimden yoksun bir psikolojik/sadist filme dönüşmüş.Konusuna aldanıp izlediğim için de kendime uzun süre kızacağım bir film olduğu için de American Mary'den nefret ettim.Yönetmenliğini Soska kardeşler Jen ve Sylvia'nın yaptığı film vasatın altında senaryosu nedeniyle tam bir enkaz durumunda!..

Filmde,tıp fakültesinde okuyan ve paraya ihtiyaç duyan Mary'nin para kazanmak için gittiği bir kulüpten sonra değişen hayatı psikolojik/gerilimli bir şekilde anlatılmaya çalışılıyor.İlginç hastalarına sıra dışı yöntemler uygulayan Mary'nin hikayesi filmin finalinde vasatın da altına düşüyor.Bu tarz filmlere yakışmayan bir final filmin en büyük handikabı.Senaryoyu yazan Soska kardeşlerin senaryo yazım sürecinde nasıl bir psikolojiyle bu filmi yazdıklarını doğrusu merak ediyorum.

11 Mart 2013 Pazartesi

Svartur á leik (Black's Game) (2012)

Kara Oyun
Geçen yıl gösterime girdiği ülkesi İzlanda'da yılın en çok hasılat yapan ikinci filmi olan 'Svartur a leik' yada diğer adıyla Black's Game benim de izlediğim ilk İzlanda filmi oldu.Yer yer Martin Scorsese'in Goodfellas filmini andıran Black's Game'in bir dikkat çekici noktası da yapımcılarından birisinin Drive filmiyle tanıdığımız Nicolas Winding Refn olması.Suç türünü oldukça başarılı bir şekilde yansıttığını düşündüğüm film her anlamda konuşturuyor diyebilirim.Black's Game'i izledikten sonra aklıma 320 binlik İzlanda nüfusuna karşılık 75 milyonluk Türkiye'nin neden yıllardır bu türde önemli bir film çekemediği geldi ve hayıflandım doğrusu.

Filmde,1999 yılında İzlanda'da önemli bir güç haline gelen mafya sektöründen bir grubun hikayesi Stebbi üzerinden anlatılıyor.Stefan Mani'nin romanından uyarlanan senaryo şiddet içerikli sahnelerine karşın oldukça gerçekçi ve sürükleyici duruyor.Harika müzikler eşliğinde ilerleyen senaryo az evvel dediğim gibi bazı yönleriyle Goodfellas filmini andırsa da filmin en güçlü yanı.

10 Mart 2013 Pazar

Eve Dönüş:Sarıkamış 1915 (2013)

Eve Dönüş:Sarıkamış 1915
Fetih 1453,Türkiye'nin en yüksek bütçeli (18 milyon$) filmi olmuştu geçen yıl itibariyle.Filmin gişede de gösterdiği yüksek başarı diğer savaş filmlerinin de yolunu açtı.Şanlı zaferler kazandığımız bir çok olay sinemaya başarılı yada başarısız bir şekilde uyarlandı.Eve Dönüş filmi ise Osmanlı tarihinin en hazin mağlubiyetlerinden birini aldığı Sarıkamış Harekatı'na değiniyor.Sürekli başarılarımızdan söz edilecek değil ya!Film bu harekatı tam bir savaş filmi gibi göstermek yerine bir grup insanın sığınmak zorunda oldukları bir köyden kurtulmaya çalışmalarını psikolojik ve gerilimli bir şekilde aktarmayı tercih ediyor.Fragmanı itibariyle yüksek bir beklentiye girsem de filmi izledikten sonra hayal kırıklığı yaşamadığımı belirtmeliyim.İzlenesi,önemli bir filme imza atmış film ekibi.

Filmde az önce de bahsettiğim gibi bir grup insanın terk edilmiş bir Ermeni köyünden Erzurum'a ulaşmak istemeleri ve bu yolda yaşadıkları gerilimli bir şekilde ele alınıyor.2009 yapımı Nefes ve 1993 yapımı Schindler's List filmlerinin yarattığı psikolojik etkiyi Eve Dönüş filmi de yaratmayı başarıyor.Başarılı sinematografisinin yanına çok fazla diyalog koymadan o psikolojiyi veriyor film.Özellikle birbirinden farklı karakterleri filmde bulundurarak ve her birinin seyirci tarafından tahlil edilmesini sağlamak senaryonun bir diğer başarısı.

8 Mart 2013 Cuma

Ada:Zombilerin Düğünü (2009)

Ada:Zombilerin Düğünü
Türkiye'nin ilk zombi filmi olma amacıyla çekilen 2009 yapımı bu film korkudan ziyade komedi türünde sinemamızda yer edinecek bir deneyim.Talip Ertürk ile Murat Emir Eren'in birlikte kotardığı film baştan sonra amatör kamera çekimleri ile Blair Cadısı'nın izinden gidiyor.Oldukça doğal oyunculukların yanı sıra ilginç diyaloglardan oluşan samimi senaryosuyla film izlenebilir bir hale geliyor.Sonuçta Ada:Zombilerin Düğünü başarılı bir film olamıyor ancak seyirciyi 77 dakika boyunca eğlendirdiği bir gerçek.Sinemasal hiçbir değeri olmayan film sanırım akıllarda başarılı diyalogları ve ilk zombi filmimiz olarak kalacak gibi.

Filmde,arkadaşlarının düğünü için Büyükada'ya giden bir grup gencin düğünde zombiler tarafından saldırıya uğraması konu ediliyor.İspanyollar'ın gittikçe kalitesi düşen Rec serisinin 3. filmi gibi aynı konuyu işliyorlar aslında.Ama sizin temin ederim bizim filmimizin de o filmden aşağı kalır yanı yok.Hatta bazı noktalarda Rec 3'ten daha iyi olduğu bile söylenebilir.Senaryoda en dikkat çekici nokta diyalogların doğallığı.Bu bakımdan incelendiğinde oldukça samimi bir ortam yaratılmış filmde.

6 Mart 2013 Çarşamba

Hulk (2003)

Yeşil Dev Hulk
Marvel'in ünlü çizgi roman karakterlerinden Hulk'un sinemaya ilk uyarlanışı bu film.Ünlü yönetmen Ang Lee tarafından oldukça yüksek bir bütçe ile hazırlanan ve yayınlandığı dönemde gişelerden başarıyla dönen Hulk aynı başarıyı maalesef kalitede yakalayamıyor.Yeşil devi Eric Bana'nın canlandırdığı film beklenin altında bir kalite sunuyor.Görsel anlamda da pek doyurucu olmayan film kendini izletmeyi başarsa da hayal kırıklığı yaratan uyarlamalardan biri olmaktan kurtulamıyor.

Film geçmişten sahnelerle açılıyor.Dr.Banner'ın çocukluğuna iniliyor önce.Ardından günümüze dönülüyor ve Dr.Banner'ın araştırmalarına odaklanılıyor.Sonrası malumunuz Dr.Banner Hulk'a dönüşürken diğerleri de onu durdurmaya çalışıyor.Hikayeyi doldurmak adına fazla duygusuz bir de aşk hikaye serpiştirilmiş aralara.Fazla ilgi çekmiyor ancak sonuna kadar izlettirdiği bir gerçek.

4 Mart 2013 Pazartesi

Crouching Tider Hidden Dragon (2000)

Kaplan ve Ejderha
Tayvanlı ünlü yönetmen Ang Lee hatırlayacağınız üzere geçen hafta Akademi Ödülleri'nden ikinci kez yönetmenlik ödülü almayı başarmıştı.Bende bu vesileyle çok sevdiğim Lee için iki gün önce detaylı bir yazı hazırlamıştım.Bu hafta ise Ang Lee filmlerinden bazılarını bloga getirmeye çalışacağım.İlk yazımız Ang Lee'nin dünyaca ünlü 2000 yılı yapımı Crouching Tider Hidden Dragon filmi olsun dedim.Uzakdoğu sinemasından esintiler sinen bu ünlü film 8 dalda aday olduğu Akademi'den 4 ödül koparmayı başarmıştı.Film aynı zamanda dövüş sahnelerindeki başarısıyla Ang Lee'nin yönetmenliğini konuşturduğu film olarak da biliniyor.

Filmde iki savaşçının,çalınan değerli bir kılıcın peşinden sürüklendikleri aksiyon dolu olaylar konu alınıyor.Tabii aslında olaylar bu kadar tekdüze değil.Kılıcı çalan Jen adında soylu bir kız ve inanılmaz dövüş yeteneği,savaşçılardan Li Mu Bai'nin yıllardır ustasının intikamını almak için peşinden koştuğu ihtiyar kadın ve Jen'ın sevdiği adam filmin diğer olaylarını oluşturuyor.Aksiyon sahneleriyle destekli sürükleyici bir senaryoya sahip film Uzakdoğu sinemasının bütün esintilerini de içerisinde sunuyor.

3 Mart 2013 Pazar

2.Farklı Dünya Ödülleri



Bir yıl daha geride kaldı.Geçen yıl ilk kez verdiğim Farklı Dünya Ödülleri'ni bu yıl ikinci kez veriyorum.Tamamı anlaşılacağı üzere kendi beğenilerimden oluşan bu ödüller de bu yıl daha çok film izleme şansına sahip olduğum için daha detaylı bir liste ile de  karşılaşacaksınız.Gelelim adaylık yapan filmler hakkındaki bir kaç nota.

Bu yılın en çok adaylık alan filmi 11 adaylıkla Les Miserables.Eleştirmen ve seyircileri ikiye bölen filmin müzikal severlere harika bir seyir yaşattığı da bir gerçek.Teknik dallarda da başarısı ön plana çıkan film yılın en başarılılarından.

Hollywood'un milliyetçi filmleri ''Lincoln'',''Argo'' ve ''Zero Dark Thirty'' de adaylık alan filmler.Aralarında en çok Lincoln'ı eleştirsem de bu üç film arasındaki en iyi filmin Lincoln olduğunu  da belirteyim.Lincoln toplamda 9 adaylık alırken,Zero Dark Thirty 5,Argo ise 4 adaylık alabildi.

Bu yıl hakkı fazlasıyla yendiğine inandığım Cloud Atlas 7,Ang Lee'nin son başyapıtı Life of Pi 9 ve Tarantino'nun son filmi Django Unchained 10 adaylıkla listenin diğer filmlerini oluşturuyor.

Bu arada adaylık kategorilerinden ses kurgusu ve ses miksajı dalındaki ödüller biraz zor oldu sanki.Bu alandaki bilgilerim epey sınırlı olduğu için zorlandığımı da ifade edeyim.

Ve gelelim 2.Farklı Dünya Ödülleri'ne...İşte ödüller:


En İyi Film

1.Cloud Atlas  (Tom Tykwer,Andy Wachowski,Lana Wachowski,Grant Hill ve Stefan Arndt)

2.Life of Pi  (Ang Lee,Gil Netter ve David Womark)
3.Prometheus  (David Giler,Ridley Scott ve Walter Hill)
4.Django Unchained (Stacey Sher,Pilar Savone ve Reginald Hudlin)
5.The İmpossible  (Belen Atienza,Alvaro Augustin,Ghislain Barrois ve Enrique Lopez Lavigne)
6.Silver Linings Playbook (Bruce Cohen,Donna Gigliotti ve Jonathan Gordon)
7.Les Miserables  (Tim Bevan,Eric Fellner,Debra Hayward ve Cameron Mackintosh)
8.The Hobbit:Unexpected Journey (Carolynne Cunningham,Peter Jackson,Fran Walsh,Zane Weiner)
9.Lincoln   (Steven Spielberg,Kathleen Kennedy)
10.Moonrise Kingdom (Wes Anderson,Jeremy Dawson ve Scott Rudin)

2 Mart 2013 Cumartesi

Dünyanın En Farklı Yönetmeni:Ang Lee


Evet!..Ang Lee dünyanın en farklı yönetmeni.Bakın dünyanın en iyi yönetmeni iddiasında bulunmuyorum ancak dünyanın en farklı yönetmeni olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.Geçen hafta en iyi yönetmen Oscarını aldığı Life of Pi'den tutun da,iki erkeğin destansı aşk hikayesini anlattığı Brokeback Mauntain'dan,Marvel'in yeşil devi Hulk macerasından,Kate Winslet'i dünyaya tanıtan Sense and Sensibility ve yönetmenin efsane filmi olarak adlandırılan Crauching Tider Hidden Dragon ile Ang Lee artık herkesin tanıdığı bir yönetmen.

Çoğu yönetmenin aksine belirli bir tarzı olmayan Ang Lee hala kendi tarzını filmlerine yansıtabilmiş değil.Çünkü hemen her filminde farklı bir türden maceraya atılıyor.Son filmi Life of Pi ile büyük bir başarı yakalayan Ang Lee filmde görsellik bir yana Tanrı ile kulu arasındaki sonsuz,güçlü bir bağa odaklanıyordu.Bunu yaparken görselliği de ön planda tutan Lee sürpriz finaliyle izleyiciden finali bir nevi istedikleri şekilde yorumlamasını istiyordu.

2005 yapımı bir başyapıt olan Brokeback Mauntain ise Ang Lee'nin en cesur filmi olarak hala hafızalarımızda.İki erkeğin aşk hikayesine eşcinsel olmayan insanları inandırmak pek mümkün olmuyor haliyle.Hele de filmde açık bir şekilde gösterildiği üzere eşcinsel insanların öldürüldüğü bir dönemde...Ancak Ang Lee kuvvetli senaryoyu o kadar güzel işliyor ki filme o aşka inanmamanız imkansız.Sadece final sahnesi bile bunun bir kanıtı olmaya yetiyor.Brokeback Mauntain'un en kuvvetli özelliği oyuncularıyla birlikte anlatmak istediği her şeyi anlatabilmesi.Hem de tüm zorluklara rağmen...


Gelelim Ang Lee'nin 2000'den sonra Hollywood sularında yüzmeye karar verdiği Crauching Tider Hidden Dragon filmine.Türkçeye Kaplan ve Ejderha olarak çevrilen film çoğu çevrelerce oldukça rahatsız edici olarak görülse de mükemmel kurgusu ve kamera kullanımıyla Ang Lee'nin en iyi yönetmenlik işi aslında.Çünkü ne Life of Pi'de ki kadar arkasını efektlere yaslamış,ne de Brokeback Mauntain'da ki kadar tereddütleri var.Gerçi Life of Pi kadar olmasa da haliyle muhteşem bir sinematografiye sahip olan bu filmde yine de Ang Lee'nin bir yönetmen olarak her şeyi yaptığını söylemek mümkün.

1 Mart 2013 Cuma

Kelebeğin Rüyası (2013)

Kelebeğin Rüyası 
Oyunculuğunu yönetmenliğinden daha çok beğendiğim Yılmaz Erdoğan'ın iki yıldır üzerinde çalıştığı ve büyük bir bütçe ayırdığı filmi Kelebeğin Rüyası sonunda vizyona girdi.Geçtiğimiz aylarda yayınladığı harika fragmanıyla da beklentileri artıran film maalesef sinema salonundan çıkınca herkeste aynı etkiyi yaratmıyor.Baştan söyleyeyim;filmi beğendim.Hem de uzun zamandır Türk sinemasında göremediğimiz başarıda bir dönem filmi izledim.Ne var ki beklentileri bu kadar yüksek tutup izlediğim Kelebeğin Rüyası'na mükemmel diyemiyorum.Filmin başrollerinde ise bildiğimiz üzere Kıvanç Tatlıtuğ,Belçim Bilgin ve Mert Fırat var.

Erdoğan,ünlü şair Behçet Necatigil'i canlandırdığı bu yeni filminde Necatigil'in öğrencileri Muzaffer Tayyip ile Rüştü'nün vereme yakalanmalarına karşın aşk ve sanat hayatlarındaki mücadeleleri konu almış.Parça parça olarak düşündüğümüzde çok fazla konuyu harmanlamış Erdoğan.Hatta siyasi eleştiriler bile sıkça yaptığını söyleyebiliriz.Şiire yatkınlığı ile bilinen Erdoğan'ın kaleminden dökülen şiirler de filmle bütünleşince farklı bir etki yapmış senaryoya.Gerçi ben daha fazla şiir havasında bekliyordum ancak yeterli de sayılabilir bu durum.Bir dönem hikayesi şairane bir biçimde aktarmayı seçen Erdoğan uzunluğundan şikayet etsem de duygu sömürüsü yapmadan iyi bir senaryoya imza atmış.

25 Şubat 2013 Pazartesi

85.Akademi Ödülleri'nin Ardından...

Bir yıl daha iyisiyle kötüsüyle geride kaldı.Bu yıl oldukça tartışmaya açık bir yılın yaşandığı da başka bir gerçek.Amerikalılar'ın haklı olarak kendilerini övdükleri filmleriyle dolu bir yılı geride bıraktık.Benden elimden geldiğince töreni yorumlamak istiyorum.Haydi başlayalım...

+Törenin sunucusu bu yıl genç bir isimdi.Seth MacFarlane...Her yıl yapılan eleştirileri bir kenara bırakıp ben her zaman törenin sunucularını beğenmiş biriyim.Benim açımdan pek sorun değil yani esprik yapıp yapmaması.Benim orada beklediğim şey ödüllerin açıklanması.Bu yıl biraz fazla uzun olsa da,biraz sıkılsam da beklenildiği üzere iyi bir tören izlediğimizi düşünüyorum en azından benim fikrim bu.

+Bu yıl tarihi bir yıl oldu aslında.Çünkü 2005 yılının bir tekrarını yaşadık sanki.O yıl büyük ödül dışında,senaryo ve kurgu ödülünü de kazanan Crash geceden sadece 3 ödülle dönebilmişti.Açıkçası ben büyük ödülü alan bir filmin sadece 3 ödülle dönmesinden yana değilim.Bir kaç tane daha ödül verilmesini daha doğru buluyorum.Zaten bu yıl üst düzey fazla bir film izlemedik.Bazıları aday bile olamadı zaten.(Cloud Atlas,Prometheus)

+Gelelim bu yıl ki Argo'ya.Büyük ödül beklenildiği gibi Argo'ya gitti.Argo ayrıca senaryo ve kurgu ödüllerinin de sahibi olmayı başardı.Büyük ödülü Michelle Obama'nın açıklaması dışında pek rahatsız olmadım ancak Argo'nun ödülü hak etmediğini söylemeliyim.

+En iyi yönetmen ödülü aslında sürpriz oldu benim için.Başından beri Ang Lee'yi desteklediğimi herkes bilir.Ancak 2010 yılında Cameron'a ödülü vermeyenler Lee'ye de vermezler diye düşündüm.Neyse ki Akademi 3 yıl önce ki hatasını telafi etmeyi başardı bence.Bu arada bir ilginç not daha aktarayım.Ang Lee ilk yönetmenlik ödülünü Crash'ın senesinde almıştı.Yani Lee yine yönetmen ödülü alıp büyük ödülü kaçıran isim oldu.Olsun hem 2005 hem de bu yıl aynı kategoride yarıştığı Spielberg'ü geçmeyi bildi Lee.Çok mutluyum,daha ne olsun.:)

+En iyi kadın oyuncu ödülü ise bu yıl tam bir fiyaskoydu.Chastain ve Riva'nın hak ettiği ödülün Lawrence'a gitmesini epey yadırgadım.Eğer Chastain'in filmi Zero Dark Thirty ağır eleştiriler almasa,Riva da bir Hollywood filminde bu performansı sergileseydi Lawrence'ın hiç şansı yoktu.Popülerliğinin etkilerini de dün bir kez daha görmüş olduk.

+Silver Linings Playbook'un gereksiz kampanyaları nihayet sonuç vermedi.8 daldan sadece bir ödülle evlerine dönmeleri çok iyi oldu.Benim huyumdur filmi beğensem de ödülü hak etmiyorsa mutlaka eleştiririm.:)

+Yardımcı erkek oyuncu kategorisinde Christoph Waltz ikinci adaylığında ikinci ödülünü alması da gecenin ayrı bir rekoru aslında.Kolay değil 2 adaylık ve 2 ödül!Tek kelimeyle harika!

+Orjinal senaryoda Django gayet iyi olmasına rağmen bir umut hep Amour'u bekledim ama olmadı.Uyarlama senaryo da aslında uyarlanamaz denilen Life of Pi'nin olmalıydı.Böylelikle birçok ödül alan bir filmin senaryosuyla da ödül almasına tarihi bir tanıklık edebilirdik.

+Les Miserables'ın makyaj ödülünü almasını da pek anlayamadık doğrusu.Hobbit'ten iyi bir makyaj yoktu bu o aday listesinde.Tabii aday edilmeyen Cloud Atlas'ın makyajlarını da unutmayalım!

+Gecenin en büyük sürprizi aslında Prodüksiyon Tasarımı ödülünün Lincoln'a gitmesi oldu.Açıkçası ben Anna Karenina'yı bekliyordum.

+Gecenin en şık kadını ise Jessica Chastain'di bence.Naomi Watts ve Halle Berry'de gecenin en güzel giyinen bayanlarıydı.Lawrence iki yıl önceki görüntüsünü arattı bence.Bunu da söylemeden geçmeyeyim.

Bu gecede benim için kazanan 4 ödülle Life of Pi ve 2 ödülle Django Unchained olmuştur.Gerisi pek de önemli değil.Bir sonraki sene görüşmez üzere...

20 Şubat 2013 Çarşamba

En Kongelig Affære (A Royal Affair) (2012)

Yasak Aşk
Her zaman söylediğim gibi Avrupa sineması daima benim için Hollywood'dan önce gelir.Çünkü son yıllarda popülaritesini yitiren Hollywood artık orjinal projeler üretemiyor.Ancak 30'dan fazla Avrupa ülkesinden oluşan koskoca Avrupa sineması her yıl inanılmaz filmler yapıyor.Sözü getirmeye çalıştığım nokta ise Avrupa sinemasının kilit ülkelerinden Danimarka.İki yıl önce ''Hævnen'' filmi ile en iyi yabancı film Oscar ödülü alan Danimarka sineması her yıl önemli projelere imza atıyor.Bu yılki Oscar adayları olan En Kongelig Affære tamamen Danimarkalılar'a hitap eden bir proje!..

Pek fazla bana hitap etmese de film ele aldığını düşündüğümüz yasak aşk hikayesini fazla ön plana çıkarmadan dönemin sorunlarına da değiniyor.Filmde,İngiliz kraliyet ailesinden Danimarka kralı 7.Christian ile evlenmeye gelen Caroline ve kralın doktoru Johann Friedrich'in yasak ilişkileri fazla ön plana çıkmadan anlatılıyor.Asıl ön plana çıkan ise başarıyla yansıttıklarını düşündüğüm Danimarka ile tüm Avrupa'yı baştan aşağı etkileyen Aydınlanma dönemi ve ülkeye getirdikleri.Aşk kısmından ziyade bir tarihçi olarak ilgimi çeken kısmın kesinlikle Aydınlanma dönemindeki Danimarka Krallığı'nın dönem ile olan ilişkisi olduğunu da belirteyim.

15 Şubat 2013 Cuma

Blancanieves (2012)

Blancanieves
İspanya'nın bu yılki Oscar adayı olan Blancanieves geçen yıl en iyi film ödülünü kazanan The Artist'in izinden giden sessiz bir film.İspanyol yönetmen Pablo Berger'in Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalından İspanyol kültürüne uyarlanan film kesinlikle ilgiyi hak ediyor.Her bakımdan şaşırtıcı bir Pamuk Prenses masalı izletmek isteyen yönetmen bunu da başarıyor...

Film az evvel yazdığım gibi Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalının İspanyol kültürüne uyarlanmış hali.Bir de sessiz hali.Bildiğimiz masalın bu uyarlamasında,baba yani kral matadorluk yapmakta ve çok zengin.Bir gün boğa kazası sonucu felç kalmakta ve o sırada doğum yapan eşinin ölmesi üzerine kötü kalpli bir hemşire ile evlenmektedir.Blancanieves yada Pamuk Prenses ise yıllar sonra gördüğü babası tarafından matadorluk eğitimi almaktadır.Bunu gören kötü kalpli üvey annesi de onu öldürtmeye karar verir.Yine bildiğimiz gibi ölümden kurtulan Pamuk Prenses,altı tane cücenin evine sığınır.Evet yanlış duymadınız altı tane cüce.O andan itibarense filmin adı Blancanieves ve Altı Cüceler adını alıyor ve film şaşırtıcı bir finalle noktalanıyor.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Tepenin Ardı (2012)

Tepenin Ardı
2012'nin en iyi Türk filmlerinden biri olarak gösterilen ve 45.SİYAD Ödülleri'nden En İyi Film,En İyi Senaryo ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleriyle dönen Tepenin Ardı ayrıca Berlin Film Festivali'nden iki,Uluslararası İstanbul Film Festivali'nden de iki ödül almayı başardı.Yönetmenliğini Emin Alper'in yaptığı film ayrıca Emin Alper'in de ilk uzun metrajı.''Erkeklik'' kültürünü ele alan filmin senaristi de Emin Alper!..

Filmde beş tane erkek karakteri ''erkeklik'' kültürü üzerinden inceleniyor.Birinci erkek Faik Bey'in küçük torunu Caner.Silahlara merakı olan Caner'in filmde erkek olma mücadelesini izliyoruz.Erkekliğin en büyük göstergesi haline gelen silah kullanmak filmde Caner'in de en büyük isteği.Ayrıca Caner'i filmde rakı içerken ve abisine göz kulak olurken sergilediği davranışlarda erkek olma mücadelesini rahatlıkla görebiliyoruz.İkinci erkek olan Faik Bey'in büyük torunu Zafer,en büyük erkeklik görevlerinden birini tamamladığını ve psikolojisinin hala bozuk olduğunu görüyoruz.Zafer karakterini de askerlik üzerinden ele alan film üçüncü erkek olan babalarını da daha farklı bir yönden ele alıyor.Eşini mutlu edemediğini düşünen Nusret'in aynı zamanda babası Faik Bey tarafından gördüğü muamele onun, babasının yanında çalışan Mehmet'in karısına göz dikmesiyle ve kadınla zorla ilişkiye girmesiyle sonuçlanıyor.Bu şekilde erkekliğini geri kazandığını düşünüyor Nusret...

10 Şubat 2013 Pazar

Mama (2013)

Anne
Ve geldik 2013 filmlerine.Henüz 2012 filmleri bitmeden bu yılın filmlerine de başlayayım istedim.Tabi bu yılın filmleri asıl mart ayından sonra vizyona gireceği için fazla heyecan yapmaya gerek yok.Don't Be Afraid of the Dark filmiyle korku sinemasına yönelen ünlü yapımcı,senarist ve yönetmen Guillermo del Toro,bu kez Mama ile karşımızda.2010 yapımı Don't Be Afraid of the Dark filmiyle başlattığı değişik ''varlıklarla'' film çekme tekniği Mama'da da mevcut.Mama her ne kadar ortalama bir film de olsa izlenmeyi hak ediyor!..

Film hikayesini Andres Muschietti'nin 2008'de çektiği bir kısa filmden alıyor.Yaklaşık 3 dakikalık kısa filmi başarılı bir şekilde 100 dakikaya taşımak kolay değil.Filmde babalarıyla birlikte ormanda bir kulübeye sığınan iki küçük kız kardeşin babalarının ölmesi sonucu 5 yıl kaldıkları kulübeden bulunup amcalarının yanına yerleşmesi ve sonrasında yaşanan gerilim dolu anlar konu ediliyor.Ancak kızların kulübede Mama adını verdikleri bir hayalet tarafından büyütülmesi ve daha sonrasında bulunduklarında insan hareketlerinden uzaklaşan kızların, yeni aile bireylerine yaklaşımları filmi daha ilgi çekici bir hale getiriyor.Ve bir de olayları araştıran doktor var filmde.Hikayenin açığa kavuşmasını da doktor sağlıyor aslında.Senaryo çok başarılı olmasa da daha doğrusu istediğim gerilimi alamasam da filmin sürükleyici havası bu eksiği biraz olsun kapatıyor.

9 Şubat 2013 Cumartesi

Hope Springs (2012)

Aşk Yeniden
Kadrosunda Merly Streep ve Tommy Lee Jones gibi Akademi ödüllü oyuncuları barındıran Hope Springs,orta yaş evli çiftlerin evlilik sorunları üzerine değinen,bunu yaparken de ara sıra güldüren ve  duygusallaştıran bir film.Yönetmenliğini yine Akademi ödüllü David Frankel'in yaptığı filmin senaryosuna Vanessa Taylor imza atıyor.Klişelerle dolu olsa da keyifli bir 100 dk vaat eden Hope Springs türün takipçileri için ideal bir film.

Film,evliliklerinde 31 yılı geride bırakmış Kay ve Arnold'ın artık sıradanlaşan ilişkileri için Kay'in önerisiyle gittikleri evlilik terapistinde yaşananlar ve sonrası anlatılıyor.Hikaye oldukça güzel aslında.Ara ara klişelerden yararlansa da oyuncuların performansıyla izlenebilir bir hal alan senaryo orta şeker bir güce sahip.


7 Şubat 2013 Perşembe

Zero Dark Thirty (2012)

Zero Dark Thirty
Gece yarısından sonraki ilk yarım saati simgeleyen askeri bir terim olan Zero Dark Thirty yılın en çok merak edilen filmleri arasındaydı.Aralıkta başlayan ödül sezonuna da hızlı bir giriş yapan film eleştirmen gruplarının çoğundan en iyi film ve yönetmen ödülleri başta olmak üzere birçok ödül toplamıştı.Ancak ocak ayında önce Akademi adaylıklarında istediğini alamaması ve hemen ardından Altın Küre'den ele boş dönmesi Zero Dark Thirty'i yarıştan çıkardı.5 dalda Akademi adayı olan filmin neler yapabileceğini göreceğiz!..

Film herkesin bildiği üzere El Kaide örgütü lideri Usame bin Ladin'in 2 Mayıs 2011'de yakalanıp öldürülme hikayesini konu alıyor.Oldukça uzun süresi boyunca 11 Eylül saldırılarından başlayarak adım adım 2011'e gelen film olayları CIA çalışanı Maya etrafında topluyor.Senaryo için Amerika'nın arşivlerinden de yararlandığı söylenen film gerçekliği her zaman tartışılacak bir öldürme operasyonunu aktarıyor bizlere.Filmin senaryosuna imza atan Mark Boal bakalım Akademi'den özgün senaryo ödülünü alabilecek mi ?

4 Şubat 2013 Pazartesi

Dupa Dealuri (Beyond the Hills) (2012)

Tepelerin Ardında
4 Monts,3 Week and 2 Days filmiyle büyük bir çıkış yapan Romanyalı yönetmen Cristian Mungiu son filmi Beyond the Hills ile kariyerindeki çıkışını devam ettirmeyi başarıyor.Cannes Film Festivali'nden senaryo ve kadın oyuncu ödülleriyle dönmeyi başaran film Oscar'da yabancı film dalında istediğini gerçekleştirememişti.Bu hafta benim de ağıma takılan Beyond the Hills beklentilerimin epey altında kalsa da bazı yönleriyle iyi bir film sayılabilir.Ancak filmin epey olumlu eleştiriler aldığını da hatırlatayım.

Filmde,Almanya'dan eski yetimhane arkadaşını ziyarete gelen Alina'nın manastıra sığınan ve yaşamını rahibe olarak devam ettiren Voichita'nın ilişkisi konu alınıyor.Dini baskılar sebebiyle yürüyemeyen eşcinsel ilişkiden,inançsız kişiliklerden ve cehaletten söz ediyor film uzun süresi boyunca.Bana göre derdini anlatma da başarılı olamasa da senaryo ilgiyi hak ediyor.Senaryo daha çok dinin eşcinsel ilişkiye bakış açısını gerilim dozu yüksek bir şekilde ele alsaydı daha başarılı olurdu gibi geliyor...

3 Şubat 2013 Pazar

The Sessions (2012)

Aşk Seansları
Sundance Film Festivali'nden önemli ödüllerle evine dönen yılın en gözde bağımsızlarından biri olan The Sessions yürek burkan bir hikayeyle her kesimden seyircinin izlemesi gereken bir film.Oyunculuk performansları ve senaryosu ile ön plana çıkan düşük bütçeli The Sessions,Helen Hunt ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar adayı.Ben Lewin tarafından Mark O'Brien'ın   yazılarından sinemaya uyarlanan filmin yönetmenliğini de Ben Lewin üstleniyor.

Filmde,çocuk yaşta vücudunun baş kısmından aşağısı tutmayan bir adamın cinselliğini keşfetme döneminde seks terapisti ile yaşadıkları anlatılıyor.Tabii senaryoda boşluklar gözlenmiyor çünkü ana hikaye etrafında baş karakterin arkadaşları,bakıcıları ve geçmişte yaşadıkları da filmin senaryosunu oluşturuyor.Sonunun bu şekilde bitmesini kabullenemesem de senaryo oldukça duygu yüklü ve başarılı.İnsan olduğumuzu ve hayatta her şeyin başımıza gelebileceğini acı verici bir şekilde öğretiyor film bizlere.Ve her şekilde inançlı kalabilmek önemli diyor filmimiz.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Puhdistus (Purge) (2012)

Purge
Akademi'nin çoğu haksız Oscar adaylıklarından bıkmış biri olarak şu sıralar kendi en iyiler listemi hazırlamaktayım.Finlandiya'nın bu yıl ki Oscar adayı Puhdistus da ağıma takılan son film.Diğer İskandinav ülkelerinin (Danimarka,İsveç ve Norveç) gerisinde kaldığı söylense de Finlandiya sineması her sene güçlenen bir sinema.Daha önce birçok filmi eleştirmenler tarafından olumlu eleştiriler almıştı.Bu yıl ki filmleri Puhdistus izlediğim ilk Fin yapımı film olması sebebiyle benim için özel bir film ayrıca.Kaldı ki Puhdistus ele aldığı konusu itibariyle de takdiri hak eden psikolojik/dram türünde izlenmesi gereken bir film.

Film peşindeki adamlardan kaçan bir kadının,yaşlı bir kadının evine sığınmasıyla başlıyor.Daha sonra ortak geçmişlere sahip bu iki kadının farklı zamanlarda geçen iki hikayesine tanıklık ediyoruz.Tabi burada asıl dikkat çekici nokta olayların komünizm yıllarında geçmesi.Komünizmin etkilerini filmde görmek seyirciyi epey sarsacaktır.Ancak acı gerçeklerle yüzleşmemizi isteyen yönetmen Marko Leino'nun gerçek olayları konu ettiği kitabından uyarlamış.Senaryo ve kurgu başarılı.Çok daha iyi bir senaryo olabilir miydi?Evet ama Hollywood'un içi boş senaryolarına tercihimdir!..

31 Ocak 2013 Perşembe

The Possession (2012)

The Possession
Korku filmleri için oldukça vasat bir yılı geride bıraktık.Bu yıl The Cabin in the Woods ve The Tall Man dışında istediğimi bulamadım filmlerde.Klişe senaryolarla kendini tekrarlamaya devam eden korku sinemasının son umudu The Possession'da maalesef bekleneni veremiyor.''Şeytan çıkarma'' malumunuz korku filmlerinin bir numaralı dostu.Bu türde filmler her yıl üç beş tane yapılıyor ve hemen hepsi de beklentilerin altında.2005 yapımı The Exorcism of Emily Rose'dan sonra sanırım geçen yedi yılda hiç bir ilerleme kaydedemedi bu tür.Lafı fazla uzatmaya gerek yok The Possession'da beklentilerin altında!..

Filmde,ölen bir kadının eşyaları arasından satın alınan bir kutunun Em'i sahiplenmesi ve kızın vücudunu ele geçirmesi anlatılıyor.Konumuz basit yani.Küçük bir kız ve farklı yollardan da olsa vücudu ele geçiren bir şeytan!Peki The Possession farklı olmak için ne yapmış?İlk defa bir Yahudi şeytan çıkarma ayinine kısa da olsa şahit olduk filmde.İbranice yazılar ve sırlarla dolu bir kutu var karşımızda.Senaryo bekleneni veremese de farklılıklar iyidir.Belirtmeden geçmeyeyim kutu bir çocuk istiyor ancak nasıl bir ayin olduğuna anlam veremediğimiz küçük bir ayinden sonra babanın yalvarmalarıyla babaya geçiyor kötülük.Evet,mantıklı bir açıklama bekliyoruz?

29 Ocak 2013 Salı

Anna Karenina (2012)

Anna Karenina
''Pride & Prejudice'',''Atonement'' ve ''Hanna'' filmleriyle tanınan yönetmen Joe Wright yine önemli bir eseri sinemaya uyarladı bu yıl.Anna Karenina gerek Rus gerekse de dünya edebiyatı açısından çok önemli bir eser.Eseri daha önce okuduğum için filme adapte olmak zor değildi.Zaten yer yer tiyatro havasında geçen filme kendinizi kaptırmanız da mümkün.Anna Karenina ile teknik alanda büyük işler başaran Wright izlenesi güzel bir filme imza atmış.

Filmde,siyasetle uğraşan eşi Karenin ile Anna'nın mutlu gözüken evliliklerinin;Anna'nın hayatına giren Vronsky ile bozulması ve bu ilişkinin aşka dönüşmesi sonucunda meydana gelen olaylar konu ediliyor.Kısaca yasak bir aşkın dönemin Rusya'sındaki etkileri de ele alınıyor diyebiliriz.Senaryo ve kurgu tatmin edici ancak bu tip hikayeler herkese hitap etmediği için senaryo herkese hitap edemiyor.

28 Ocak 2013 Pazartesi

The Collection (2012)

Koleksiyon
Testere serisinin son dört bölümünün senaryosunu yazan Marcus Dunstan yeni Testere benzeri serisi The Collector ile seyirciyi korkutmak istiyor.Ancak serinin ikinci filmi The Collection isim değişikliğine rağmen ilk filmin senaryodaki başarısızlığından etkilenmeyi sürdürmüş gibi.Kurgusal anlamda ise ilk filmden daha başarılı olan The Collection genel itibariyle ilk filmin gerisinde kalıyor.

Filmde,kanlı bir partide arkadaşlarının ölümüne şahit olan Elena'nın koleksiyoncu tarafından kaçırılması ve daha önce koleksiyoncunun elinden kurtulmayı başaran Arkin'in ve Elena'nın babası tarafından görevlendirilen bir grubun Elena'yı kurtarma mücadelesi anlatılıyor.Mekan olarak bile Testere serisini andıran film senaryosu bakımından da Testere ile ciddi yakınlıklar içinde.Kurgusal anlamda biraz daha başarılı olan senaryo klişelerle dolu ve hayal kırıklığından öte geçemiyor.

27 Ocak 2013 Pazar

The Collector (2009)

Koleksiyoncu
Testere IV,V,VI ve VII filmlerinin senaristi olarak tanıdığımız Marcus Dunstan bu kez ilk yönetmenlik denemesi The Collector ile karşımızda.Filmin senaryosuna da imza atan Dunstan yer yer Testere havaları kattığı The Collector filmiyle yeni bir seriye imza atıyor.Kurgusal anlamda Testere serisinin epey gerisinde kalsa da film sürükleyici hikayesiyle boş vakitleri değerlendirmek için alternatif filmlerden olabilir.

Filmde karısının borcu yüzünden çalıştığı evi soymaya karar veren Arkin'in eve gittiğinde kendini bir kapanın içinde bulmasıyla başlayan gerilimli dakikalar anlatılıyor.Senaryo çok başarılı olmasa da kendini izlettirmeyi başardığı için bir şansı hak ediyor.Ancak filmin kurgusundaki başarısızlık kaliteyi düşürüyor.Belki de ilk 45 dakika içerisinde eksik olan tek şey kurgu!

25 Ocak 2013 Cuma

Paranormal Activity 4 (2012)

Paranormal Activity 4
Kar amacıyla her yıl devam filmi çekilen Paranormal Activity serisi artık sınırları zorlayacak bir hale geldi.Zaten 3.filmle başlayan kalitesizlik serinin bu bölümünde tavan yapmış durumda.Filmin yönetmenliğini bir önceki filmin de yönetmenliğini üstlenen Henry Joost ile Ariel Schulman ikilisi yapıyor.Serinin diğer filmlerine göre oldukça zayıf kalan Paranormal Activity 4 sadece ticari bir film olarak hafızalarda yer edinecektir.

Serinin bu bölümünde teyzesi tarafından kaçırılan Hunter'ın evlatlık verildiği ailede yaşanan paranormal olayları izliyoruz.Diğer filmlere nazaran uzunca bir süre eve kamera takılmıyor serinin bu bölümünde.Bu yüzden gerilim geç giriş yapıyor filme.Yine diğer bölümlerde olmayan bir kamera sistemi de deneniyor bu bölümde.Senaryonun artık birbirinden kopmuş bir seride ne kadar iyi olması beklenir orası da ayrı bir mevzu tabi.Doğrudan senaryo ile bağlantılı olmasa da kamera sistemi biraz canlılık katmış filme.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Django Unchained (2012)

Zincirsiz
İzlemeyi günlerce ertelediğim Django Unchained'ı sonunda izleyebildim bu akşam.Tarzına oldukça yabancı olduğum bir yönetmenin ilk filmini izleyince çoğu sinemaseverin tepkisi nasılsa benim ki öyle.Olumlu yada olumsuz bir görüşten ziyade bir şaşkınlıktan bahsediyorum.Görüşümü de belirtmem gerekirse Django Unchained'ı çok beğendiğimi söylemek istiyorum.Western türüne yabancı biri de olsam her zaman bir hoşlantım olmuştur bu türe karşı.Django da western türünü yaşatan yönetmenlerden Tarantino'nun başarılı bir filmi olarak hafızama kazınıyor!..

Filmde Dr.Schultz tarafından özgürlüğüne kavuşturulan Django'nun,Schultz ile birlikte para karşılığı yaptıkları kelle avcılığı işi sayesinde köle olan eşini kurtarma hikayesi anlatılıyor.Filmlerinde her zaman olduğu gibi özgün senaryolara imza atan Tarantino upuzun ama sürükleyici bir hikaye ile seyircileri mest etmeyi başarıyor.Senaryo oldukça iyi.

20 Ocak 2013 Pazar

Les Miserables (2012)

Sefiller
Şüphesiz bu yıl en heyecanla beklediğim film Les Miserables'dı.Ancak genç kuşağın başarılı yönetmenlerinden Tom Hooper keyifli bir müzikal sunmasına rağmen türün yabancılarına hitap etmediği için büyük bir dezavantaj yaratmış.Bunu gidermenin en iyi yolu süreyi kısa tutup,diyalogları fazla müzikale sokmadan yapmak iken Hooper,süreyi kısaltamayacağı için diyalogların da tamamını müzikal yaparak büyük bir risk almış.Müzikal film izlemeyi seven biri olarak bu durumu dert etmesem de herkesin benim gibi düşünmeyeceği çok açık.Lakin şöyle bir gerçek var ki Les Miserables herkesin beğenebileceği,başarılı bir film.Sadece müzikal film sevmeyenler için eziyete dönüşebilir.Yine de Les Miserables beklentilerimin biraz altında kalsa da ilgiyi hak eden,oyunculuk performansları mükemmel ve teknik anlamda çok başarılı bir film.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Silver Linings Playbook (2012)

Umut Işığım
2010 yılında The Fighter filmi ile adını geniş kitlelere duyurmayı başaran David O.Russell bu sefer Silver Linings Playbook ile karşımızda.Romandan uyarlama olan film 8 dalda Oscar adayı.En önemlisi de aday olduğu 8 dalın ana dallar olması (En İyi Film,Yönetmen,Erkek ve Kadın Oyuncu,Yardımcı Erkek ve Kadın Oyuncu,Kurgu ve Senaryo).Biraz dram biraz da komedi karışımı romantik bir 120 dakika sunan film izleyenleri memnun etmeyi başarıyor.Bradley Cooper ve Jennifer Lawrence gibi son dönemin en popüler iki yıldızını da kadrosunda bulunduran film bu yıl Akademi Ödülleri'ne damgasını vurabilir.

Filmde eşini banyoda bir adamla yakalayan ve adamı öldüresiye dövdüğü için 8 ay akıl hastanesinde tedavi gören Pat ile eşini bir trafik kazasında kaybeden Tiffany'nin eğlenceli hikayesi anlatılıyor.Senaryoyu çok klasik bulsam da eğlendiğimi söylemeliyim.Ortada çok yeni bir malzeme yok aslında.Klasik bir Amerikan ailesi ile deli iki gencinin öyküsü.Ancak Russell senaryoyu sıradanlıktan kurtarmak için yaptığı dokunuşlar yerinde.Filmin kitabını okumadığım için pek yorum yapamıyorum ancak yine de senaryonun biraz daha kuvvetli olmasını bekliyordum.

15 Ocak 2013 Salı

Lincoln (2012)

Altın Küre Ödülleri dağıtılmadan iki gün önce izlediğim Lincoln tipik bir Oscar filmi adeta.Altın Küre'de yaşadığı hezimeti görmezden gelirsek Oscar Ödülleri'nde aday olduğu 12 dalda iddialı bir film hala.Ancak filmi beğensem de senenin en iyi filmi olmadığını yazımın başında belirtmeliyim.Ben Lincoln'ı izlerken kendimi bir Amerikan genci gibi hissedip,geçmiş tarihimizle ilgili bir belgesel seyrediyor gibiydim.Diyaloglar üzerine kurulu bu upuzun filmde mükemmel oyunculuk performansları olmasa adeta belgesel tadı veriyor.Bu da beni kendisine bir türlü ısınamadığım Steven Spielberg karşısında bir kez daha düşüncelerimin olumsuz olmasına sebep oluyor!..

Film,ABD tarihinin en ünlü başkanlarından Abraham Lincoln'ın başkanlığının son dönemlerinde yaşanılan İç Savaş ve köleliğin kaldırılması konuları üzerinde yoğunlaşıyor.Ama ne yoğunlaşma!Senaryo o kadar dolu ki her şeyi en ince ayrıntısına kadar seyirciye ifade ediyorlar.Klasik Spielberg filmleri gibi upuzun bir film olan Lincoln başarılı senaryosuna karşın tarih belgeseli izlenimi vermekten kurtulamıyor.Bakalım Akademi senaryo dalında filmi nasıl değerlendirecek.